top of page

Çok Kolay Unutulan Dînî ve İnsanî Değerler

 

   İnsanlığın Senfonisi sitesi hazırlık aşamasındayken bir aile dostum, Numan Ali Khan’ın  Asr suresi üzerine yaptığı hutbeyi göndermişti bana (yazının sonunda linkini de paylaşacağım). Hutbenin kendisi İngilizce, eğer ingilizce biliyorsanız dinlemenizi tavsiye ederim.

Meslekî alanım sosyal psikoloji olunca Asr suresinde bahsedilen 4 kriterin, sosyal adalet ve sosyal düzene bakan yönünü düşünmeden edemedim. Surenin meâli İngilizcede biraz daha farklı çevrilmiş ama Suat Yıldırım’ın Türkçe Kur’an-ı Kerim meâlinde Asr suresinin tefsiri şöyle: 

 

1- Yemin ederim zamana:

2- İnsanlar hüsranda. 

3- Ancak şunlar müstesna: İman edip makul ve güzel işler yapanlar ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler. 

 

    Hutbede Sn. Khan surenin üçüncü ayetinde kazanç içinde olan insanların bulundurması gereken kriterler üzerinde duruyor. Bu kriterler: 

1- İman etmek. 

2- Güzel işler yapmak. 

3- Hakkı ve sabrı tavsiye etmek (nasihat vermek). 

4- Hakk tavsiye edildiği zaman onu almak (nasihat alabilmek).

 

  Burada dikkat edilmesi gereken iki husus var: 1- Ayette yukarıdaki dört vasfın hepsini aynı anda üzerinde bulunduran insanların kazanç içinde olacağının müjdelenmesi. Yani bu vasıflardan ikisinin veya üçünün bir arada bulunması yetmiyor. Aynı anda dört vasfı da taşıyor olmamız gerekiyor.  2- Diğer bir nokta ise; ayet-i kerimenin her bir insana tek tek hitap ediyor oluşu. Yani her birimizin bu kriterlerin hepsini taşıması gerekiyor kaybedenlerden olmamak için.

 

Şimdi Sn. Khan’ın söyledikleri ile bu kriterlerin üzerinde biraz duralım. 

 

1- İman etmek: Sn. Khan çevremizde imanımızın artırmasına vesile olabilecek insanların bulunmasının öneminden bahsediyor. Hayatımızdaki insanların en önemlilerinin zengin olan kişiler ya da kariyer ve rütbe sahibi olanlar değil, beraberken Allah’a olan imanımızı tazeleyebileceğimiz insanlar olması gerektiğine dikkat çekiyor. İnsan sosyal bir varlıktır, ister istemez çevresinden etkilenir ve zamanla çevresine göre şekil almaya başlayabilir. Onun için çevremizde, özellikle yakınımızda bulunan insanların bizim Allah’a olan inancımızın artmasına mı vesile olduğuna yoksa bizi davranışlarından dolayı Allah’tan, dinden, imandan uzaklaştıran insanlar mı olduğuna dikkat etmemiz gerekiyor.

 

   Ben, eğitim hayatımın büyük bir kısmını Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamladım. Yıllardır, farklı etniklerden ve dinlerden insanlarla iç içe bir hayat yaşıyorum. Dinler arası diyalog programlarına yirmi yıldan uzun bir süre boyunca katıldım. Ramazan sofralarında iftarımı yaptığım insanların çoğu Müslüman değildi. İş ve arkadaş çevrem çok renkli. Farklı dinlerden ve kültürlerden insanlarla haşır neşir olmak, beni dinime daha da çok yaklaştırdı desem abartmış olmam. Kendimi bir Müslüman olarak daha iyi tanımama ve İslâmiyeti daha iyi anlamama yardımcı oldu. Gerçek kimliğimi buldum. Sosyal bilimlere olan ilgim ve bu alanda yaptığım çalışmalarla İslâm dininin sosyo-psikolojik boyutunu karşılaştırmak da, parçası olduğum dine olan hayranlığımı bir kat daha artırdı. Hayat tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki, insanın dinini anlamak için çevresindeki insanların illâki nüfus cüzdanında İslâm yazması veya okuduğu kitapların illâki Müslüman bir yazar tarafından yazılmış olması gerektiğini düşünmüyorum. Arayış içinde olan bir insan için, akla, ruha ve kalbe uygun her bir eser yol gösterici olabilir.

 

2- Hayır işleri yapmak: Hayır işleri yaparken Allah'ın rızasını gözetmenin altını çiziyor Sn. Khan. Allah’ın helâl ve haram kıldığı şeyler bellidir. Bunun için de, din istismarcılarının tuzaklarına düşmemek için dinimizi iyi öğrenmeyi salık veriyor. İyi ve kötü nedir bunların kriterleri bellidir diyor. İnsanlar canlarının istediği zaman şunun bunun keyfine göre bu kriterleri değiştiremez ve bunları, insanları manipüle edip kendi isteklerini yaptırmak için kullanamaz. 

 

3- Hakkı ve sabrı tavsiye edenler: Khan’ın özellikle üçüncü ve dördüncü vasıflara getirdiği açıklamalar bir hayli dikkatimi çekti. Sebebi de Müslüman toplumlarda bu iki vasfın eksik olması. 'Hakkı tavsiye etmek (nasihat vermek)’, maalesef ki “nemelazımcılık”a ve “samimiyetsizlik”e takılıp kalıyor. İnsanlar birbirlerinin yanlışını görünce söylemekten çekiniyor veya sıkılıyor. Ayrıca burada 'sabır' denilen özellik de devreye giriyor; usanmadan, çekinmeden, ısrarla hakkı tavsiye etmek ve bunu hayatının bir parçası haline getirmek. İnsanların rahatsız olacaklarını bilseniz bile hakk ve hakikatten dönmemek. Maalesef Türk toplumu olarak bu noktada çok eksiğimiz var. Ayrıca nasihat etmek, insanların ayakkabı renginden tutun da oturma odasının düzenine kadar bir yığın özel şeye karışmak veya diyalog programındaki masa örtüsünün rengini tavsiye etmek değil. Bunu yapmak zaten ‘kişisel alan ihlâline’ girer. Benim burada değinmek istediğim, alenen ve bariz bir şekilde yapılan hak ihlâlleri. Yani hem ahlâkî hem de etik olmayan davranışlar. Bizlerin, “anormal ve alenen işlenen davranışların normalmiş gibi gösterilmesi durumunda” takınması gereken tavrın ne yönde olacağı çok elzemdir. Yani bu noktada hakikati seslendirmeyi mi tercih edeceksiniz yoksa susup görmezlikten gelmeyi mi?

 

  Öte yandan, nasihatin tesirli olabilmesi için ‘samimiyet’ de çok önemlidir. Gerçekten söylediğini hak için mi söylüyorsun yoksa bilgiçlik taslamak için mi? Ya da kendini öne çıkararak karşındaki insanı ezmek ve küçük düşürmek için mi? Ne için gerçekten? Bu sorulara vereceğimiz cevaplar çok önemli.

 

4- Hakk ve sabır tavsiye edildigi zaman kabul edenler: Yani yapıcı eleştiriye açık olabilme. Nasihat vermek kadar nasihete açık olabilmek de önemli. Maalesef milletçe yapımız pek çıtkırıldım. Bazen bir şeyi ne kadar kibarlıkla söyleseniz de insanlar yine de alınıyor. Neden? Toplum olarak eleştiriye pek açık değiliz de ondan. Gerçek acıdır. İnsanların çoğu gerçeklerle yüzleşmekten kaçar ve doğruyu duymaya tahammül edemezler. Efendimiz’i (sav) düşünün. Kendisi, dili en nezih ve en güzel kullanan insandı. Ama onu da dinlemediler. Kör ve sağır oldular mesajlarına. Maalesef Türk toplumunda da durum pek farklı değil.

 

  Eleştiriye açık olabilme konusunu düşünürken aklıma Hizmet Hareketi içinde çokça kullanılan bir kelime geldi: Üslup. Ne zaman bir yanlışı düzeltme ve çözüm üretme adına bir konuyu gündeme getirseniz ‘eleştiriye açık olmayan’ bazı insanlar, söyleme şeklinizi üslupsuzluk olarak damgalayıp konuların üzerine düşünme gereği bile duymuyorlar. Bazen de adınız “patavatsız”a çıkıyor. Ya da “sorunlu eleman” diye damgalanıyorsunuz. 

 

  Bilmiyorum bu tarz insanlar sahabelerin birbirlerine hiç çekinmeden hakk ve hakikati söylediklerini görseler onlara ne derlerdi. Meselâ Kureyşli bir kadının mehir konusunda Hz. Ömer'in (ra) yaptığı yoruma itiraz etmesi ve itiraz şekli bu konuya iyi bir örnek. Bir an bu manzarayı gözünüzün önünde canlandırın. Kendinizi Kureyşli kadının yerine koyun. Parçası olduğunuz toplumda, otorite makamındaki bir insana sizin de aynı şekilde hitap edip itiraz ettiğinizi düşünün. Yapabilir misiniz? Yaparsanız nasıl bir muamele ile karşılaşırsınız? Şimdi de kendinizi Hz. Ömer (ra) gibi, otoritesi olan bir konumda düşünün. Vaaz veriyorsunuz ve ‘bir kadın’ kalkıp size söylediklerinizin yanlış olduğunu söylüyor. Hz. Ömer gibi nefsinizi frenleyip düşündükten sonra, “doğru söyledin” diyerek o kadını tasdik edebilecek misiniz? Hakk ve hakikat karşısındaki duruşumuzu anlamak için bu sorulara vereceğimiz cevaplar çok önemli. 

 

  Ne söylüyorsak, ne yapıyorsak hakk ve hakikat adına olmalı, birilerine yaranmak için değil. Benim ‘iman noktasında’ kazanç içinde olmam şuna buna itaate değil, Allah’ın hakk dediğine hakk, batıl dediğine batıl diyebilmeme bağlı. Haksızlık yapan, çalan-çırpan, aldatan ve gasp eden ne kadar suçlu ise bunu duyup, görüp sesini çıkarmayan da olan bitenlerden bir o kadar sorumludur. Özellikle, toplumda söz sahibi olup da yapılan haksızlıklara şahit olduğu halde ses çıkarmayanların mesuliyeti daha da büyüktür.


 

Sn. Numan Ali Khan’in Hutbesi - Basics we forget easily. 

Link:  https://www.youtube.com/watch?v=C1P4oLp-Ejg

Fatma Susan Tufan​

fatmasusantufan@gmail.com

bottom of page