Kültürel Uyarlanma ve Ortak Akıl
Amerika’da yılbaşı zamanları çok cafcaflı ve süslü olur. Evler rengârenk ışıklarla süslenir. Alışveriş yerlerinde eski-yeni Christmas müzikleri duyarsınız durmadan. İnsanlar evdeki masa örtülerinden tutun da yatak örtülerine kadar, kullandıkları tabak takımını bile ona göre uyumlu alır. Giyilen kazaklar veya kışlık aksesuarlar hep o zamanın ruhuna uygun olur. Genelde böyle bir görüntü var ama bu demek değil ki herkes böyle. Birçok istisna da mevcut.
Evet, işte böyle albenili bir ortamda Müslüman kimlikli evlâtlar yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Benim de iki tane evlâdım var. Tabi aynı benim gibi diğer Müslüman ebeveynler de böyle bir ortamda “evlâtlarımızı kendi özünü kaybetmeden nasıl yetiştiririz” derdindeler.
Bu sene, yılbaşına yakın bir zamanda grup mesajlaşmalarından birinde bir yazı paylaşıldı bu konuyla ilgili. Birkaç kişi kafa kafaya verip çocuklarımızı Amerikan kültürüne ve bayramlarına özendirmeden topluma nasıl entegre edebiliriz diye dert edinmiş. Her ne kadar sundukları çözüm önerileri ile aynı fikirde olmasam da, insanların bir araya gelerek beraber çalışıp çözüm üretmeye çalışması gelecek adına umut veriyor bana. Yazının tamamını hatırlamıyorum ama yazıdan aldığım notlardan yola çıkarak dikkatimi çeken iki hususa değineceğim:
1- Ebeveynlerin, çocuklarının toplumdaki genel kültüre -inançlarından dolayı- ayak uydur(a)madığı için ezik yetişecekler kaygısı.
Yazıda; Noel’in, Hristiyanlıkta Hz. İsa'nın (as) doğumu olarak kutlandığı için çocuklara bu şekilde anlatılabileceğinden bahsedilmişti. Ayrıca yazıda, “Hz. İsa (as) bizim de peygamberimiz olduğu için ve isterseniz bu sebepten dolayı da çocuklarınızın hevesini tatmin etmek için evler ışıklandırılabilir ve bu zaman dilimi çocuklarımıza Onu (as) ve Hz. Meryem’i anlatmak için değerlendirilebilir” tarzında açıklamalar vardı.
Öne sürülen çözüme saygı duysam da aynı fikirde değilim. Öncelikle, kendi kaygılarımızın sanki çocuklarımızın kaygısıymış gibi algılama fikrinden kurtulmamız gerekiyor. Üzerimizde, geldiğimiz kültürün birçok izini taşıyoruz. Evlâdımız bu ve benzeri konularda sorular sorduğunda panik moduna girebilir ve belki de bizim içimizdeki eziklik duygusunu “sanki çocuğumuz da yaşıyormuş” gibi hissediyor olabiliriz. Bizim yetiştiğimiz toplum ile evlâtlarımızın içinde bulunduğu toplum yapısı farklı olduğu gibi, taşıdığımız kaygıların da farklı olması çok normal. Basit bir örnek vereyim: Dikkat ederseniz Amerika’da yaşayanlar olarak çocuklarınızın çoğunun, okula veya markete giderkenki giyiniş şeklini ve saçının-başının nasıl olduğunu önemsemediğini görürsünüz. Çünkü yaşadığı toplumda bunlar önemli şeyler değil. Türk toplumunda böyle bir durum nasıl karşılanır sizce? Kabul edemeyiz, ayıplanacağını ve garip görüneceğini düşünür ve çocuğumuza gereksiz bir tepki gösteririz. Bizim endişelendiğimiz şeye çocuğumuzun endişelenmedigini gördüğümüzde de gereğinden fazla panik yaparız ve hatta sinirlenebiliriz bile bu duruma. Amerikan bayramlarını kutlayıp kutlamama konusunda da insanlarda buna benzer tepkilere şahit oluyorum.
Ayrıca burada çocuklarımıza neyi nasıl anlattığımız da çok önemli. İngilizcede “reframe a problem” diye bir terim vardır. Yani; probleme farklı bir bakış açısı ile bakarken karşınızdaki insanın da o probleme farklı bir bakış açısıyla bakmasına yardımcı olmak. Örnek verecek olursak; çocuklarınız Amerikan bayram ve kutlamaları ile ilgili sorularla geldiği zaman onlara “biz Müslümanız, onun için kutlamıyoruz” demek yerine, (anlayacak yaşta olan çocuklara) bu kutlamalarda yapılan israfın ve masrafın boyutlarını, çevreye verdiği zararı vs. anlatabilirsiniz. Ya da çok daha farklı alternatif önerilerde de bulunabilirsiniz. Çocuklarınızla bunları konuşmaktan çekinmeyin. Bakın, dünyanın gözü önünde, 16 yaşındaki bir genç kız olan Greta Thunberg, dünyaya “iklim değişikliğini” anlatabilmek için okyanusu bot ile geçti. Günlerce protestolara katıldı. Onun gibi niceleri var daha adı duyulmayan. Minimalist hayat tarzı da her geçen gün ayrı bir popülarite kazanıyor. İnsanlar eşyalardan ve israftan kurtulmanın peşinde. Hâl böyle iken biz neden çocuklarımıza tersini öğretelim ki? Bizim inanç sistemimiz israfı zaten onaylamıyor.
Amerikan toplumunda yıllardır yaşayan ve bu toplumda evlât yetiştiren bir anne olarak kaygılarınızı anlıyorum. Ben, şahsen bu ve benzeri durumlarda kültürel uyarlanmayı (cultural stimulation) tercih ediyorum. Yani doğduğum kültürden ve şu anda içinde yaşadığım kültürden doğru bulduğum uygulamaları ve gelenekleri alıp kendime yeni bir kültür oluşturuyorum. Doğru bulmadıklarımı da, ister yetiştirildiğim kültür olsun isterse de şu andaki içinde bulunduğum kültür olsun, hayatımdan elemeye gayret ediyorum.
İkinci olarak da; çözüm üretirken çocuklarımızın kapitalist bir ülkede yaşadıklarını aklımızdan çıkarmayalım.
Bunları söyledikten sonra sizlerle sadece Noel ile ilgili değil, diğer Amerikan özel günleri ve kutlamalarını da içine alan bazı güncel istatistikleri paylaşmak istiyorum:
-
Noel için bir Amerikalı, hediyeler için ortalama $700 dolar harcıyor. Ülke geneline vurunca bu rakam $465 milyar dolar yapıyor.
-
Halloween'de Amerikan toplumunun sadece evcil hayvanlarının kostümüne harcadıkları para $490 milyar dolar. 2018 yılında kostüm, şeker, çikolataya vs. harcanan toplam miktar ise $9 milyar dolar.
-
Sevgililer Gününde ise 2019 yılında Amerika’da $20.7 milyar dolar harcanmış.
Rakamlar dudak uçurtuyor öyle değil mi? Tüketim, Amerikan toplum yapısının bir parçası ve bizler de çözüm üretirken bu gerçekleri dikkate alarak, yani yaşadığımız toplumun sosyal işleyişini göz önünde bulundurarak çözümler üretmeliyiz. Evet, ebeveynler olarak biz, çocuklarımızın kendi özbenliklerini kaybetmeden evlâtlarımızı topluma entegre etmekle sorumluyuz. Şimdi burada durup sormak istiyorum, çocuklarınızı sorumlu birer dünya vatandaşı olarak mı yetiştirmek istiyorsunuz yoksa Amerikan kapitalist sistemine birer tüketici olarak mı? Karar sizin.
Amerikalı tanıdığım ailelerden bazıları çocuklarının doğum gününü ‘gereksiz masraf diyerek’ iki yılda bir kutluyor. Beş yılda bir kutlayanı bile var. Sevgililer Gününün, kapitalist sistemin insanların duygularını sömürerek para kazanmak için kullanıldığına inandıkları için kutlamayı reddeden insanlar biliyorum. Bayramlar ve özel günler geldiğinde tüketimin artmasından dolayı doğaya verdiği zararı düşünerek sancı çekip kıvranan ve bu sebepten dolayı bayramları kutlamayı reddeden insanlar tanıyorum.
2- Ortak Akıl
Yukarıda bahsetmiş olduğum Amerikan bayram ve kutlamaları ile ilgili konuda, topluma sunulan çözüm önerisinin Sn.Gülen ile paylaşıldığı ve onun da bu çözüme "olumlu" bir tepki verdiği söyleniyordu. Bununla ilgili bana en tuhaf gelen nokta ise; bilgi paylaşırken insanları inandırmak için hâlâ Sn.Gülen adının kullanılıyor olması. Bu da hâlâ toplumun "otorite ve tek adam" zihniyetinden kurtul(a)madığının bir göstergesidir. Benim bildiğim; Sn. Gülen'in yıllardır, "ısrarla" ortak akıl ile hareket edilmesi gerektiğini söylemesine, öğretmesine, tavsiye etmesine ve yazıyor olmasına rağmen hâlâ bu tarz yollara başvuruluyor olması cidden çok garip.
Problemleri masanın ortasında duran bir bardak gibi düşünün. Bulunduğunuz yerden bardağın sadece bir cephesini görebilirsiniz. Diğer yüzleri ise, birinin size ancak anlatması ile kafanızda şekillenebilir.
Bunun gibi, toplumunuzun yapısını tehdit ettiğini düşündüğünüz problemlerle de ancak "ortak akılla" mücadele edebilirsiniz. Çözümü bir kişiden beklemek yerine, kafa kafaya verip birbirinizin olaylara bakış açısını görerek, fikirlerini alarak ve ancak bunları göz önünde bulundurarak başarılı bir şekilde çözüm üretebilirsiniz. Herkes hayat tecrübesi ve mesleği icabı olaylara farklı şekilde yaklaşabilir. Farklı fikirleri bir tehdit olarak görmemelisiniz. Aksine, bardak misâlinde olduğu gibi; insanlara, problemlerin göremediğiniz yönlerini görmenizde yardımcı olduğu için teşekkür etmelisiniz.
Yukarıda, bayram ve kutlamalar ile ilgili sunulan çözüm önerisi ile aynı fikirde olmadığımı belirtmiştim. Maalesef Hizmet Hareketi’nde (HH) bir klasiktir, insanlara bir şeyi yaptırtmak için Sn. Gülen’in ismi çokça kullanılır. Kendisinin yıllarca kitaplarını okudum, vaazlarını dinledim, sohbetlerine katıldım. Sohbetlerini ‘defalarca’ birebir dinleme ve gözlemleme imkânım oldu. Soruların soruluş şekline ve Sn. Gülen'in cevap verme şekline dikkat etmeye çalıştım. Ve burada ilaveten kendi fikrimi de paylaşmak istiyorum. Ben şahsen kendi izlenim ve gözlemlerime dayanarak, Sn. Gülen’in sunulan bu çözüm önerisine olumlu baktığını düşünmüyorum. Belki ben de yanılıyorumdur. Kim bilir?
Fatma Susan Tufan