Değişim İçin Evrim Geçirmek Gerekir
Birkaç gün önce hobi bahçesi için başvurduğum yerden e-mail yoluyla başvurumun kabul edildiğini öğrendim. Bahçe numaramız 29. İşlemler bitince görmeye gideceğiz. Toprakla uğraşmayı çocukluğumdan beri çok severim. Büyük oğluma bu alışkanlığımı miras bırakmayı istediysem de o, aman aman ilgilenmedi bu konuyla. Ama küçük oğlumda ciddi bir merak var. Ana okulunda saksıda yetiştirip eve getirdiği salatalık fidesini tavşan yedi diye kızılca kıyameti koparmış, biz de onu mutlu etmek için evin arkasına küçük bir bahçe yapmıştık. Son iki yıldır da sırf oğlum seviyor diye küçük bir yer belleyerek domates, salatalıkla birlikte bir iki de yeşillik ekiyoruz. Merakında ve ilgisinde azalma olmayınca da bu yıl ilk defa bir hobi bahçesi kiralamaya karar verdik.
Her sebzenin fidesini almıyorum. Bazılarını tohumdan yetiştiriyorum, meselâ roka, maydanoz ve marul gibi. Tohumları toprağa ekmeden önce paketin üzerindeki talimatları okurum. Her tohumun paketinde verim alabilmek için o sebzenin toprağa ne kadar derin ekilmesi gerektiği, tohumlardan çıkan sebzelerin aralarında ne kadar mesafe olması ve hangi aralıklarla sulanması gerektiği yazıyor. Tohumların ekim zamanları da farklı farklı. Bazılarını soğuğa dayanıklı olduğu için erkenden ekebiliyorsun ama bazıları için de havaların ısınmasını beklemek gerekiyor. Her sebze, suyu çok sevmez, fazla su bazı sebzeleri çürütür. Toprağın veriminin haricinde güneş ışığını da hesaba katmak gerekiyor. Çoğu sebze tam güneş ister, ekilecek yeri ona göre iyi seçmek gerekir. Paketlerin üzerindeki talimatları okurken nedense her defasında dalıp gidiyor ve başka alemlerde buluyorum kendimi, işte diyorum insan da böyle. Her insanın gelişim ve olgunluk süresi farklı. Hepsine aynıymış muamelesi yapıp da hepsinden aynı verimi almayı bekleyemeyiz. Kimisi çabuk olgunlaşır, kimisi geç. Bazısı daha çok sabır ister. Hepsinin bir vakti vardır. Ama sonuçta hepsi emek ve gayret ister. Kimin neye ne kadar ihtiyacı olduğunu çok iyi bilmek ve anlamak gerekir. İşte, bu işleri yaparken de dünyadaki din, dil, ve ırk çeşitliliği geliyor gözümün önüne. Nasıl da rengârenk bir dünyada yaşıyoruz. Akabinde ise, kültür çeşitliliğinden dolayı bir toplumda normal olan bir şeyin başka bir toplumda nasıl anormal göründüğü geliyor aklıma. Daha sonrasında ise, verilen eğitimin insanların kişiliğini nasıl şekillendirdiğini düşündüm. Herkes ayrı bir dünya. Hepsini ayrı ayrı tanıyıp anlamak gerekiyor. Sabırla... Velhasıl, insan yetiştirmek de hiç kolay değil.
Yazıya bitkilerden girdim ama aslında amacım, dinler arası diyalogdan bahsetmek. Dinler arası diyalog deyince bir çoğunuz gibi benim de aklıma Hizmet Hareketi (HH) geliyor. Bu faaliyet HH’nin bir kültürü haline gelmiş ve hareketle özdeşleşmiş olmasına rağmen kelimenin özünün hâlâ tam olarak anlaşılmadığı kanaatindeyim. Ayrıca Türkiye kökenli başka hiçbir topluluğun bu konuyu HH kadar gündem yaptığını ne gördüm ne de duydum. Hatta yelpazeyi daha da genişletiyorum, Amerika’da HH felsefesini benimsemiş Türklerin haricinde veya diğer göçmen Müslüman topluluklarda dinler arası diyaloğun yaygın bir kültür olduğunu da maalesef söyleyemeyeceğim. En azından benim gözlemlerim bu yönde.
Hiç unutmuyorum, Columbia Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi alırken öğlen namazı kılmak için okulun mescidine gittiğimde farklı etnik kökenlerden bir grup Müslüman öğrencinin kendi aralarında dinler arası diyalog hakkında konuşmalarına şahit olmuştum. O hafta Columbia Üniversitesi’nde Holocaust (Yahudi soykırımı) üzerine de araştırmalar yapmış 77 yaşında Yahudi bir kadın profesörün ofisine kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından swastika (gamalı haç) resmi çizilmişti. Bu nefret suçu olayı üzerine okulun Yahudi, Hristiyan ve Müslüman din görevlileri bir araya gelip birlik göstergesi olarak ortak bir panel düzenlemişlerdi. Mescide namaz kılmak için gelen o öğrencilerden panele katılanlar olmuş olacak ki, programa atıf yaparak dinler arası diyalog nedir, neden yapılır bunu anlamaya çalışıyorlardı. Bir tanesi diyaloğun gereksizliğinden dem vururken öğrencilerin çoğu da onu tasdik eder cümlelerle karşılık veriyorlardı. Bir diğeri de “İnsanlara neden kendimi anlatma gereği duyayım ki” diyordu, “Ben yanlış bir şey yapmıyorum. Başkalarının yanlışlarından dolayı insanlar bana da sorumluymuşum gibi davranmayı bıraksınlar. İnsanlar kendi bakış açılarını değiştirsinler.” diye de devam ediyordu. Ömrünü diyalog ile geçirmiş bir Peygamberin ümmetinin bu konuya bu kadar yabancı olması beni hem şaşırtmış hem de üzmüştü. Ama sonra kendi kendime sordum: Acaba HH vesilesi ile 20 küsür yıl boyunca bir şekilde diyalog faaliyetleri ile haşır neşir olmamış olsaydım acaba benim bakış açım nasıl olurdu veya diyalog benim için ne anlama gelirdi?
Şimdi, diyalog nedir ne değildir önce buna değinmek istiyorum. Sonra da "diyalogdan kasıt nedir ve ne amaçlanır” konusu üzerinde duracağım.
“Ey insanlar! Sizi bir erkek ile bir kadından yarattık ve (birbirinize karşı soy ve renginizle övünesiniz, birbirinize düşman olasınız diye değil, bilakis) birbirinizi (karakter ve kabiliyetlerinizle) tanıyıp kaynaşasınız (ve dostane sosyal münasebetler içinde yardımlaşasınız) diye ayrı kavimler ve kabileler haline getirdik. Bilin ki, Allah katında en şerefliniz, en değerliniz, takvada (O’na saygıda, iman ve itaatte) en ileri olanınızdır. Muhakkak ki Allah, her şeyi, (her halinizi, her yaptığınızı) hakkıyla görendir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurât, 49/13)
Diyalog nedir?
Diyalog, en basit kelime manâsı ile iki veya daha fazla insanın bir araya gelerek karşılıklı konuşması demek.
Diyalog farklı inanç, ideoloji, görüş ve bakış açılarına sahip insanların karşılıklı anlayış ve hoşgörü kazanmak için bir araya gelmesidir.
Diyalogda, insanların birbirlerini tanıdıkça önyargılarının kırılmasıyla yeni arkadaşlıklarının ve dostluklarının kurulması hedeflenir.
Diyalog buluşmalarındaki amaç, insanların birbirlerinin bakış açısını anlamaya çalışmak ve ortak paydaları keşfetmektir. Bu toplantı ve buluşmaların sonucunda umulan ise; farklı din, kültür veya ideolojilere sahip olan insanların keşfettikleri ortak değerler etrafında toplanarak yeni bir birliktelik başlatabilmesidir.
Bu yeni birlikteliklerden beklenen ise, toplumların yapılarını ve insanlığın geleceğini tehdit eden kutuplaşma ve ötekileştirme gibi sosyal illetlere karşı beraberce ortak çözüm üretebilme ve beraber hareket edebilmektir.
Diyalog ortamlarında insanların birbirlerini yargılamadan saygı ve dikkatle dinlemeleri esastır. Herkese söz hakkı verilmesine dikkat edilir ve herkesin düşüncelerini çekinmeden özgürce ifade edebileceği bir atmosfer oluşturulur.
Diyalog ne değildir?
Diyalog argüman veya münazara değildir.
Diyalog ortamında insanlar birbirlerini ikna etmeye veya kendi fikrini karşısındakine kabul ettirmeye çalışmaz.
Diyalog, bir misyonerlik faaliyeti değildir. Buna ek olarak; dinler arası diyaloğun amacı insanları, tabii olunan dine dahil etmek değildir.
Problem çözmede bir araç olarak kullanılsa bile diyalog; problem çözme, arabuluculuk veya anlaşmazlık çözümlerinden farklıdır.
Diyalog ortamı insanın kendini tanımasına bir imkân sağlasa da grup terapilerinden farklıdır.
Dinler Arası Diyalog
HH içinde dinler arası diyalog yıllarca üzerinde durulan bir tema olmasına rağmen, bu alanda organize edilen faaliyetlerden alınması gereken verimin alındığı kanaatinde değilim.
HH her zaman İslâma farklı açılardan bakabilmenin ve anlamanın hayâllerini kurdu ve bu yolda adımlar atmaya çalıştı. Bu hiç de kolay bir süreç değildi. İslâm’a yeni bakış açıları getirebilmek için de öncelikle insanın kendisini yenilemesi gerekir. Yani önce insanın kendisi bir evrim geçirmeli ki, toplumda olmasını istediği değişikliğe ön ayak olabilsin. İşte diyalog düşüncesi de, bu evrim sürecinde insanın yaşadığı dünyayı daha iyi tanıyarak hem kendini keşfetmede hem de yaşadığı dünyadaki konumunu ve önemini anlaması adına önemli bir basamaktı.
Bu basamaklardan bir tanesi de Dinler Arası Diyalog. Bu faaliyetin amacının ve mesajının insanlara tam olarak ulaştırılabildiği düşüncesinde değilim. Bu görüşte olmamamın birçok sebebi var. Şimdi birkaç tanesine değineceğim.
Birincisi; diyaloğun, HH içindeki herkesin bir yaşam tarzı haline gelmesi gerekirken sıradan bir hizmet faaliyeti kategorisinden çıkamaması. Diyalog programları ile meşgûl olanlar bilirler, HH içinden diyalog faaliyetlerine giden insanlar genelde hep aynı kişilerdir. Bundan dolayı da gelen misafirler de genelde aynıdır. Şu programa “üç-beş kişi gitse yeter” tarzında diyaloğun ruhuna aykırı sözler duyarsınız. Halk diliyle “elâlem alışverişte görsün” muhabbeti. Bu da bu sözleri sarf eden kişilerin diyaloğun asıl mahiyetini kavrayamadıklarının, kişiye ve topluma kazandırdıkları faydaları henüz anlayamadıklarının bir belirtisi olabilir.
Diyalog programlarına katılmış ve bu birlikteliğin getirisini idrak etmiş insanlar ise her zaman çevrelerindeki insanları da diyalog içinde bulunmaya teşvik etmişlerdir. Hatta daha sonra yaşadıkları şehirlerde diğer kuruluşlarla diyalog haricinde de bir araya gelip insanlığa hizmet adına ortak faaliyetlerde de bulunmuşlardır ve bu çalışmalarına devam da etmektedirler.
İkincisi; diyaloğun, yaşadığı toplum yapısından bihaber insanların elinde zayi oluşu. Diyalog konusunda uygulamalarda ters düştüğüm insanlar oldu. Hâlen daha, bazı şahit olduğum hadiselerin gerçekliğini anlamakta zorlanıyorum. En basitinden bir örnek: Bir diyalog toplantısında ben, “diyalog programına katılan davetliler arasında vejetaryenlerin olabileceğini ve yemek menüsü hazırlanırken bunu da göz önünde bulundurmamız gerektiğini” dile getirmiştim. Aldığım cevap şu oldu: “Vejetaryen misafir çağıracak olanlar misafirlerinin yemeğini kendisi getirsin. Ayrı bir menü hazırlayacak değiliz.” Evet, diyalog gibi önemli bir konu; insana değer vermesini bilmeyen, sabit fikirli, ileriyi göremeyen, yeniliğe kapalı, zamanı yakalayamamış, ve yaşadığı toplumdan bihaber insanların eline teslim edilmemeliydi. Umarım bundan sonra da edilmez.
Bence, HH içinde insanlar arasındaki kopukluğun ve kutuplaşmanın önemli sebeplerinden bir tanesi de diyalog faaliyetlerinden herkesin (katıldığı veya katılamadığı için) aynı ölçüde istifade edememiş veya etmemiş olmasıdır. Her ne kadar HH içindeki insanlar aynı ilim kaynaklarından beslenmiş olsa da; faaliyetlerden istifade edip etmemeleri, düşüncelerinde farklılıklar doğurmuştur ve doğurmaktadır. Zamanla yaşadıkları hayat tarzının da katkısıyla sürekli kendinden farklı insanlarla diyalog içinde olanların, “insanlığa hizmet” kelimesine olan bakış açıları değişmiş ve bu da kişilerin Hizmet felsefesini farklı yorumlamasına sebep olmuştur. Şu anda değişim sürecinde olduklarını iddia eden kişiler, umarım Hizmet felsefesinin farklı yorumlanmasından dolayı insanlar arasında oluşan uçurumu da göz önünde bulundurur ve bu açığı telafi etmeye yönelik girişimlerde bulunurlar.
Bir başka sıkıntı da, diyalog konusunun “dinler arası diyalog” ile sınırlı kalması. Dinler arası diyaloğun bir amacı da Türkiye gibi homojen bir toplumda büyümüş insanların konfor alanlarını terk etmelerine yardımcı olmaktı. İnsan bilmediğinden korkar. Onun için bilinmeyeni tanımaya ve anlamaya çalışmalı ki korkularını ve kaygılarını yenebilsin. Bu sebepten dolayı da sosyal bir varlık olan insan bu gibi durumlarda ilk başta kendine en yakın hissedebileceği kişilerle iletişime geçmeyi tercih eder. HH dindar olarak tanımlanan bir topluluk olduğu için de en kolay ortak payda bulabileceği topluluklar Ehl-i kitap’tan olanlardı. Ama tabi ki sadece bu dini topluluklarla sınırlı kalınmamalıydı. HH mensupları, bu atılımı bir faaliyet olarak sınırlamaktan öte, bunu açılım için bir örnek olarak görerek zamanla yelpazeyi genişletmeli ve sadece dini topluluklarla değil, toplumda sosyal adaletsizlik ile mücadele eden insanlar veya kurumlarla da ortak çalışmalar hedeflemeliydi.
Barış ve adalet için teoriler üreten ve bu alanda çalışmalar yapan dünyadaki çoğu akademisyenin ve aktivistin ortak bir söylemi var: “Dünyaya barışın gelebilmesi için bütün insanlık tek bir aile olmalı.” Benim de fikirlerim bu görüşte. Hz. Havva ve Hz. Adem’in (as) evlâtları olan bizlerin (yani tüm insanlığın), insanî değerler etrafında birleşip birlik ve beraberlik içinde yaşamasını öğrenmeden ve zulme karşı birleşip adaletsizliklere beraber göğüs germeden dünyaya barış geleceğinden şüpheliyim. Yıllardır barış ve adalet soluklanan ortamlara girip çıkıyorum ve şimdi burada sizinle bir gözlemimi paylaşmak istiyorum. Maalesef ama maalesef, barış ve adalet ile uğraşan insanların genel görüşü, İslâm dininin barış ile uyumlu bir din olmadığı üzerine. Hatta, İslâm dinini dünya barışının önünde bir engel olarak görenler bile var. Bunun en büyük sebebi de önlerinde aksini ispat edecek bir örnek olmayışı. Çünkü hak verirsiniz ki, İslâm dünyasının hal-i pürmelâli ortada. Gerçek Hizmet İnsanı ise, bu tabuları yıkabilecek kapasiteye sahipti ve hâlâ daha sahip. Hizmet Hareketi içinde bunu başarabilecek potansiyele sahip insanların olduğuna inanıyorum. Ama artık bu insanların gün yüzüne çıkıp dünyaya “Barış için biz de varız” diyerek değişimin bir parçası olup, İslâm dininin bir barış dini olduğunu dünyaya ispatlaması gerekiyor, hem de daha fazla geç olmadan.
Fatma Susan Tufan