top of page
Yazarın fotoğrafıHamza Çolak

ÖLÜM


Bir ölüm haberinin ardından karalıyorum bu kez satırlarımı. Bir ölümün düşündürdükleri diye de okuyabilirsiniz yazdıklarımı. İnsanoğlunun doğum kadar olağan ve sıradan bir dostu aslında ölüm. Doğum kadar yakın ve onun kadar gerçek. Ama nedense doğum haberlerinin sevincini taşımıyor üzerinde. Doğum haberlerinin mutluluğunu ve huzurunu vermiyor ölüm ile ilgili haberler. Kimse kimseye doğum haberi verirken müjdemi isterim dediği gibi veremiyor ölüm ile ilgili haberleri. Bir sessizlik çöküyor hayatın tepesine. Bazen kısa, bazen uzun bir sessizlik. Ben de bu haberi duyduğumdan beri sessizce düşünüyorum ölümü, ölümleri. Ölenle ölünmüyor belki ama her ölüm bir yüzleşme fırsatı sunuyor yaşamla aramızda. Acılar yarıştırmak mümkün değil ölümlerin ardından. Her ölüm kendince acı yüklü kendince ağır dram içeriyor. Girdiği haneyi, gönlü paralıyor, yaralıyor, üzüyor. Ölümü öldürmek mümkün olmadığı gibi, ölümsüzlüğü seçme şansı da yok insanoğlunun. Koklayamadan evladımızın kokusunu, öpemeden annemizin elini, tamamlayamadan kurduğumuz hayalleri, bitiremeden başladığımız işleri bırakıp gideceğiz buralardan bizden evvelkiler gibi. Gelişimiz kolay olmadı gidişimiz de kolay olmayacak. Gelirken bize bir seçme şansı sunulmadığı gibi giderken de ‘Tamam mı? Yeter mi? Gidelim mi?’ Denmeyecek. ‘İşte geldik gidiyoruz bilinmez bir diyara’ derken rahmetli Cem Karaca ne güzel de tarif etmiş bu yolculuğu. Aslında en büyük garipliklerden biri de ne gelirken, ne giderken irademizin olmadığı bu yolculukta ne kadar da çok talebimizin olduğu öyle değil mi? Bitmiyor yaşam boyu isteklerimiz, beklentilerimiz.

Ölüm eğer bir başlangıç olmasaydı dayanılır mıydı bu acıya?!. Ölüm eğer zaten misafir olarak geldiğimiz şu hayattan ayrılma olmasaydı ne acı verirdi bu bitiş. Nereden, nasıl, ne zaman geleceğini/geldiğini bilmediğin bu Han’a birkaç gece konaklamak için uğrayıp ayrılmak olmasaydı ölüm, ne manası olurdu yaşamanın?.


Ümitsizliğe mahal yok. Geldiğimiz gibi gideceğiz bu diyardan. Geride şu kısacık zaman diliminde bıraktığımız yad-ı cemil kalacak. Dünyanın her köşesinde meydana gelen binlerce doğum ve binlerce ölüm arasına sıkışıp kalmadan, bir ümit meşalesi yakarak gidebilmek önemli. Buraya getirene dönüşte eli boş gitmemek ‘Sana geldim, tertemiz bir alın, dua dolu seccade, pak bir hayat, ümit dolu bir nesille sana geldim Allahım’ diyerek.


Ölüm bir kurtuluş mu bilemem. Fakat öyle zamanlardan geçiyoruz ki her doğumun da her ölümün de beraberinde ne kadar anlamlı olduğunu anlatıyor hayat bize. ‘Sevmek ölmekle başlar’ derdi Murat Başaran bir kitabına da bu ismi koyarak. Sevmek ölmekle başlar. Uğruna öleceğin bir sevdan varsa ölmek bu işin başlangıcı besbelli. Ölüm güzellemesi yapmıyorum elbette. Ölümün soğuk yüzünü de ısıtmıyorum. Sadece ölüm kaçınılmaz bir son, geçmek zorunda olduğumuz bir kapı. Ne zaman geçeceğimize karar veremediğimiz ama kesin geçeceğimiz bir kapı. Tanımlamaya çalışıyorum desem, bilmediğini insan nasıl tanımlar ki. Ölümün beraberinde hatırlattıklarını dillendiriyorum sadece. Necip Fazıl ‘Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse/ Her kapıda ağlanıp o kapıda gülünse’ derken de, ‘Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber/ Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber’ derken de, aynı şeyi yapmıyor mu zaten.


Fırsat varken yapabildiklerimiz ve ölümle beraber giderken, yanımızda götürebileceklerimizle ilgilenmek en doğru olan aslında. Ağlayarak geldik bu dünyaya biz ağlarken güldüler. Çünkü sevinmişlerdi. Peşimizdekiler onları terk ettik diye ağlarlarken biz gülerek gidelim bu dünyadan. Beraberimizde Hayatın Sahibine bizi güldürsün diye topladığımız hediyelerle.



Hamza Çolak

colakkhamza@gmail.com


Comments


bottom of page