ABD BAŞKANLIK SEÇİMLERİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
3 Kasım’da Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık seçimleri yapıldı ve üzerinden yaklaşık iki hafta geçti. Ancak etkileri hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Dünya’nın hâlâ süper gücü olan bir ülke ABD. Tek kutuplu döneme geçildiği günden beri bu durum çok da fazla değişmedi. Rusya etkisi, Çin’in büyümesi, Avrupa Birliği falan desek de ABD hâlâ dünyanın ekonomik, siyasi ve askeri olarak en önde gelen aktörü. Dolayısıyla ABD başkanlık seçimleri önemli. Fakat bu sefer bu seçimleri önemli kılan başkaca sebepler de var sanki.
Dünya 2020 yılına pek de hoş girmedi. Bir önceki yıllardan devralınan ekonomik krizler katlanarak büyümeye devam ederken, yükselen milliyetçilik dalgası, ulus devlet söyleminin yaygınlaşması ve din soslu kavgaları da sayarsak dünyada bir eksen kayması başladı sanki. Covid-19’un ulaştığı ürkütücü boyutu da göz önüne alırsak insanlığın bu süper güce olan bakışının beraberinde bir takım beklentileri de getirdiğini gözlemliyoruz artık.
İnsanlık, dünyanın nefes almaya devam etmesi için sürdürdüğü arayışta bu süper gücün planlarını da bilmek istiyor. Başkan Donald Trump keskin üslûbu, ayrıştırıcı dili ve kavgacı tavrıyla mevcut gerilime katkı sunmaktan öteye geçemedi. Hatta bu tavrı başta Türkiye gibi ülkelerde kendi halklarına reva görülen zulümleri arttırdı. Yapıcı bir dilden uzak olunca diktatöryal liderler bu durumdan kendi hesaplarına çıkarımlarda bulunmak ve iç kamuoylarını manüpile etmek için fırsat buldular. Trump’ın tavrı onlara bunun için altın tepside sunulan fırsat gibi oldu. Böylelikle başarısız politikalarını yansıtabilecekleri dış güçleri inşa edebildiler. Bu elbette Trump için de kârlı bir söylemdi. O da kendi iç kamuoyunu ‘ben dünyaya ders ve şekil veren adamım’ profiliyle oyalama fırsatı buldu. Olan hiçbir şey yoktu aslında. Fakat liderler yeni bir dünya inşa ettikleri masalını okuyorlardı. Belki de gerçekten inşa ediyor ve kendi yeni dünyaları tam da bu temeller üzerine kurulmak isteniyordu. İyi de bu inşa ettikleri yeni dünya düzeni o zaman nasıl bir modeldi ve nasıl şekillenecekti? Eğer varsa ve olacaksa ya da bize çok da fark ettirmeden olursa yakın bir gelecekte nasıl bir dünyaya uyanacağımızı hep beraber merak ediyorduk/merak ediyoruz. Bu yeni dünya düzeninde bireysel, toplumsal, küresel pozisyonumuzu da sanıyorum bu süreç kendiliğinden şekillendirecek. Ellerimizden düşüremediğimiz cep telefonları, günde onlarca kez girmezsek nefesimizin kesileceğini sandığımız sosyal medya hesaplarımız, hayâllerini kurduğumuz dünyaların sanal yansımalarına kapılarak koptuğumuz gerçeklerimiz, etrafımızda uçtuğunu göremediğimiz kuşlar, içimize çektiğimiz ama varlığından haberdar olamadığımız o canım temiz hava, yardımımızı bekleyen sevdiklerimiz, aynı evin içinde yaşadığımız ama göremediğimiz aile fertlerimizle tam da bu yeni dünyanın insan modelleri olmaya başladık belki de. “Bu yeni dünyanın tasarladığı insan modelinde aklı, kalbi, hisleri, acıları ve zevkleri, etkin güçler tarafından kontrol edilebilen ve yönlendirilebilen mankurtlar yetiştirme mantığı ve isteği mi var acaba?” diye düşünmeden edemiyor insan.
Elbette gelişen teknolojiden ve hızla yaygınlaşan iletişim kanallarından kopmalıyız demiyorum. Zaten bu pek de mümkün gibi görünmüyor. Ben yıllar evvel okuduğum bir kitabında Recep Şükrü Apuhan’ın “teknolojiye evet deyip getirdiği kültüre hayır diyemezsiniz, teknoloji geldiğinde kendi kültürünü şekillendirecektir” söylemini baz alarak ihtiyatı elden bırakmamak ve ait olduğumuz insani fıtrattan kopmamamızın lazım geldiğini düşünüyorum.
Düşünsenize 10-11 yaşında bir çocuk Tik-Tok videosu çekip beğenilmek ve takipçi sayısını arttırmak için kendini kaybediyor, izleyenler yaptıklarını ve söylediklerini duydukça gözlerime ve kulaklarıma inanamıyorum. Ve ne yazık ki bu çocukların sayısı her geçen gün artıyor. Oksijen kaybediyoruz. Ekmek gibi hava gibi su gibi ihtiyaç duyduğumuz insanlardan ve insani değerlerden kopartılarak sürüklendiğimiz mecranın ve ikbalin tasasını-kaygısını aklı başında her ferdin çektiğine kuşkum yok.
Bindiğimiz alâmetin bizi götürdüğü yerin, kendi kıyametimiz olmaması için dünyanın en güçlü ülkesi başta olmak üzere; her ülkenin, her toplumun ve her aklı başında ferdin üzerine düşeni yapmaya başlamasının vakti geldi de geçiyor bile.
İnsanlığın senfonisine kulak vermezsek eğer kakafonilerden mürekkep bir gürültü harmonisinde yitip gideceğiz.
Hamza Çolak
Comentários