top of page
  • Yazarın fotoğrafı: Hamza Çolak
    Hamza Çolak
  • 19 Kas 2020
  • 3 dakikada okunur

AÇLIK


Türk dil kurumunun bu kelimeyi tanımlarken kullandığı sözcükler “açlık içinde bulunma durumu” veya “aşırı istek içinde olma hali”. Bilmiyorum insanoğlunun en önemli sorununu tanımlamada yeteri kadar açık ifade edilebilmiş mi? Ancak açlık duygusunun, varlığımızın dayandığı temel duygulardan birisi olduğu kesin. “Açlık en iyi terbiye metodudur” derdi babam, hatta en iyi motivasyon kaynağı. “İnsan açken kendi değildir” diye reklam spotu bile var malumunuz. Peki açlık sadece yemek yedikten sonra ortadan kalkan bir hâl mi? İnsan sadece midesi ile mi açlık hisseder? Paraya, mala, şehvete, ilgiye, sevgiye, övgüye duyulan açlık da aynı kategoride değerlendirilebilir mi? Demek insan sadece midesiyle açlık hissetmiyor. Aklı bilgiye, kalbi sevgiye, nefsi ilgiye, övgüye, şehvete, paraya aç olabiliyor. Midenin açlık hissini kontrol edemezse insan onu doyuracağım derken kendini kaybedebiliyor. Hatta bundan sebep türlü türlü sağlık sorunlarıyla da tanışabiliyor. Peki ya, aklının açlığını gideremezse ya da nefsinin/ruhunun açlığına kulak vermezse nasıl marazlarla karşılaşıp ne tür sorunlarla boğuşuyor, hiç düşündük mü? Gündelik hayatın telaşesinde fark edemediğimiz onlarca sıkıntımızın kaynağını acaba bu kontrolsüz açlık duygusu mu oluşturuyor diye düşünmeden edemiyor insan. Her türlü açlığın toplumların kontrolünde ve yönlendirilmesinde ne kadar etkin olduğunu yaşayarak gözlemledik aslında. Neye aç bırakılırsanız onu arzuluyor, buradan doğan arz ile talepleriniz şekillendiriliyor, sunulan taleplerle istenilen yöne sevk ve idare ediliyorsunuz. Bundandır ki açlık duygusunu hem çok iyi tanımlamalı hem de çok iyi yönetmeli insan. Açlık deyip geçmemek lazım yani. "Karnı açlardan ziyade kalbi açlara acırım" derken Cenap Şahabettin, kalp açlığının karın açlığı kadar hatta belki daha da fazla önemli olduğuna vurgu yapıyor. Kalbi aç bırakılan bir insanın ya da toplumun hissettiği açlık duygusu bir arz yarattığında şayet sağlıklı ve ihtiyaç duyulan gıda ile beslenmezse, kalbi tatmin etmeyeceği gibi belki başka kalbî marazlara da kapı açacak. Misâl; sevgi bilinen en kalbî bir ihtiyaçtır ve insan sevgiye karşı bir açlık besleyebilir. Şayet sevgiye duyulan açlık yanlış yerlerden tedarik edilen ilaçlarla doyurulmaya çalışılırsa kalp doyar mı? Sevgisiz kalan kalplerin ve kalpleri taşıyan bireylerden oluşan toplumların bugün geldiği noktayı hepimiz görmüyor muyuz? Kalbin açlığının yanında insan nefsinin ve ruhunun açlığına da dikkat etmek gerek. Nefsin mala, makama, paraya, övgüye, hırsa olan açlığının kontrol edilememesi insanı insan olmaktan çıkarabiliyor, nitekim son yaşadığımız hadiselerde ruhları ve nefisleri aç olan insanların nefislerinin nasıl kölesi olabildiklerini ve hatta insandan daha aşağı mahluklara dönebildiklerini gördük. Belki de açlık da tokluk da kontrol edilebildiğinde insanı terbiye ediyordur. Yani kontrollü açlık ya da kontrollü tokluk, insanı insan yapan bir eğitim metodudur belki. Açlığı bilmeyen birinin açları, tokluğu bilmeyen birinin tokları tanıması mümkün mü? Bugün kazandığı onca paraya rağmen hâlâ açlık hissedenleri görüp de bir türlü anlayamamamızın altında belki de böyle bir gerçek yatıyordur. Gelebileceği en yüksek mevkilere gelmesine rağmen hâlâ başka başka koltuklar için kendini parçalayan açları nasıl anlayabiliriz ki başka. İslâm dininde senede bir ay tutulan oruçla yaşanılan açlık duygusu ve nefse verilen terbiyenin nasıl bir sosyal travmaya derman olduğunu görüyor musunuz? Hakkıyla ve layıkıyla oruç tutan ve bunun sebeplerini içinde hissederek Ramazan ayını geçiren bir insanın kalp ve ruh dünyası ile bu duyguyu hiç tatmamış bir insanın kafa ve kalp dünyası bir olur mu? Ya da kazancının belli bir kısmını ihtiyaç sahiplerine verme düsturunu içselleştirerek tatbik eden doymuş bir insanın açlık duygusuna karşı gösterdiği reaksiyonu bir düşünün. Bu süreç bir çöp poşetine sığabildiğini gösterdi hayatımızın. Nush ile uslanmadık da tekdir ile mi terbiye edildik bilmiyorum. Ama öğrendik yaşayarak. Hep beraber hayrın, şerrin ve kaderin sahibi Allah diyorduk ama bir türlü teslim edemiyorduk dünyaya duyduğumuz açlıktan ötürü. Allah bizleri dünyaya bütün bütün hem aç bıraktı hem de öğretti tokluğun da kendisinden geleceğini. Aslında bunların tamamı bildiğimiz okuduğumuz inandığımız gerçeklerdi fakat yaşamadan bir türlü içselleştiremeyecekmişiz. Şimdi zamanı kullanmadaki açlığımıza bile sadakasını veremezsek onu da kaybedeceğiz diyerek bin dikkat kesiliyoruz. Bütün bu yazdıklarım anlayabilenlere çok şey ifade ederken, hâlâ açlığın pençesinde kıvrananlara tesir etmeyebilir. Zaten bundandır ki istemeden de olsa bunun için bile şükrediyor insan. Neye aç olduğumuzu ve neyi ne ölçüde alırsak aç kalmayacağımızı öğrenmek bu sürecin bir kazanımı sanırım. Yazımı Bayezid Bestami’nin sözleriyle bitiriyorum: “Açlık buluttur. Kul acıktığı zaman bulut yağmuru yağdırdığı gibi kalp de hikmeti yağdırır.” Hamza Çolak colakkhamza@gmail.com

Comments


BİZE ULAŞIN

Yorumlarınızı, eleştirilerinizi, görüşlerinizi,

istek ve önerilerinizi; bizimle ilgili her türlü duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

İlginiz İçin Teşekkür Ederiz

  • Black Facebook Icon
  • Black Twitter Icon
  • Black Instagram Icon

© insanliginsenfonisi 2020

bottom of page