top of page
Yazarın fotoğrafıHamza Çolak

ZAMANI OKUMAK


Aslında tam olarak tanımını bile yapamadığımız şeyi nasıl okuyabiliriz ki?

Tarih öncesi dönemlerden bu yana felsefenin, mantığın, matematiğin, fiziğin ve daha birçok bilim dalının sanki ölçülebilir bir değermiş gibi onsuz yapamadığı, uzay boşluğunda bir anlamı olmayan ama onun kadar ölçülemez ve sınırsız bir boyut zaman.


Başlangıcını ve bitişini bilemediğimiz için sınırsız diyorum. Çünkü neyi ölçtüğünüze bağlı olarak boyu ve boyutu değişiyor ve onun karşısında her şey sınırlı. Bir vakte tabi. Doğuyor, yaşıyor ve ölüyor. Bu sürece aslında zaman denilen düzlemde ömür diyoruz. Gözümüzle görebildiğimiz her şey zaman üzerinde belli bir vakit gezip gidiyor sanki. Zaten bu gezinti değil mi ki insanoğlunun ilgisini çekip acaba ileri/geri zamanda yolculuk yapabilir miyim diye sorgulatan.

Geçmişte yaşadıklarımız da, bugün yaşadıklarımız da, gelecekte yaşayacaklarımız da sanki zaman denilen arayüzün hafızasına kaydediliyor. Hayatımız bu zaman denilen düzlemde gelip geçiyor.


Düşünsenize zaman kimseye ayrımcılık yapmıyor, yani güne başlarken birine daha fazla dakika vereyim ya da birilerininkini kısayım demiyor. Son derece adil yani. Yani benim param var daha fazla zaman satın alayım diyemiyorsun. Ya da bilim insanısınız yeni dakika icat edip süreme ilave edeyim diyemiyorsunuz. Ya da az biriktireyim de kullanacak daha fazla zamanım olsun deme şansınız da yok. Zaman; üzerinde her daim kafa yorulan bir kavram olmayı sürdürmeyi başarıyor.

Ceza evinde hücrede işkence görüyorken zamanın hızlanmasını, çok güzel bir sahil kıyısında tatil yapıyorken yavaşlamasını istiyorsun. Ama o akışını hiç değiştirmiyor.


Demek zamanı anlamak onu çok iyi okumak ve kavramakla mümkün.


Zamanla, ilişki kurmaya ve onu tanımaya başladıktan sonra senden aldığı her anın sana verilmiş haklar, geri alınmak üzere bırakılmış emanetler olduğunu anlıyorsun. Bu ilk okuma sende emanete sahip çıkma, onu layıkıyla koruma duygusuna itiyorsa doğru okuma oluyor. Zaten aksi halde emanetten bi haber geçen ömrün sonunda ‘tüh yaaa’ tükettik zamanı diyorsun.


Ardından zamanının, seni çok seven bir Dostundan ticarette kullanmak üzere verilen sermaye olduğunu görüyorsun. Bu ikinci okumadan sonra doğru kullanırsan sermayen katlanarak büyüyor. Farkında olmadan zamanın senin önüne serdiklerine kendin bile şaşırıyorsun. Yok eğer bunu da doğru okuyamazsan sermayeyi kaybettiğin gibi belki bir sürü de borç takarak batıyorsun.


Ve zamanın, çok iyi bir sırdaş, mükemmel bir arkadaş olabileceğini düşünüyorsun. Bu üçüncü okumanın ardından sırlarının emin ellerde olduğunu, hatta en iyi vakitte ortaya çıkartılarak seni onure ettiğini görüyor, böyle bir yol arkadaşın olduğu için kendini şanslı hissediyorsun. Ya da arkadaşının kıymetini bilemediğin için yolunda yalpalayarak ilerliyor, sana ait olan sırlarının ulu orta saçılmasından türlü utançlara gark oluyor, başını bir türlü dikemiyorsun.


Bu okuma örneklerini çoğaltmak mümkün elbette. Zaman dipsiz bir kuyu; içine doğru düşerek mi kendimizi kaybediyoruz, yoksa dışına doğru çıkmaya çalışarak mı hayata tutunuyoruz? Bunları düşünerek yolculuğumuza devam ederken de, siz bu satırları okuyup anlamaya çalışırken de zaman altımızdan kayıp gidiyor. Koşsanız da, yürüseniz de, düşünseniz de, düşünmeseniz de bir bilinmeze doğru hızlı ve emin adımlarla ilerleyip gidiyoruz.


Şimdi bu yolculukta yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı, ya da yapmamamız gerekirken yaptıklarımızı hayâl ederek zamanı/ zamanımızı yeni baştan okuyalım.


Bir güzel alıntı ile bitireyim bu sefer de; “Dünyanın en zengin insanı 56 yaşında öldü. En zeki kişi 20 yaşında tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. En iyi boksörü kibriti bile çakamaz hale geldi. Türkiye’nin en zengin adamı, sahip olduğu lüks hastanesine ulaşamadı, devlet hastanesinde öldü.”


Yani;


Zamanınızın kıymetini bilin.



Hamza Çolak

colakkhamza@gmail.com


Comentários


bottom of page