top of page
Yazarın fotoğrafıVerda Günel, MSc

ÜÇ BOYUTLU İZLENCE​

Mekân dediğimiz şey salt dört duvardan ibaret değildir. Bu ister ev, ister bahçe, ister işyeri olsun fark etmez. İnsanın yaşama tutunmaya çalıştığı, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ilk sırayı kaplayan barınak dediğimiz şey öyle dört duvarla sınırlandırılamaz. Başını sokacak bir çatı kavramı ve isteği, öyle sadece dört duvardır denilemez.

Mekân, barınak her haliyle içinde yaşayanın ruhuyla bütünleşir, rengine bürünür. Bunun en güzel örneği köprü altında yaşamaya çalışan bir evsizin yatağını yerleştirdiği kuytunun duvarına kömürle çizdiği oda figürüdür.

Hatırladınız mı?











Mekân, tüm duyularla algılanabilen, sayısız anlamlar yüklenebilen, etrafı sınırlandırılmış, duvarlarla çevrilmiş olsa da içe doğru genişleyebilen bir özelliğe sahiptir. Yaşam alanıdır. Hangi hâl ve durumda olursa olsun yaşamın sürdürülebilirliğinin göstergesidir.

Bir Başkadır

“Son zamanlarda izlediğim çok harika bir diziydi”

“Oh be! Sonunda dişe dokunur, içi dolu bir eser seyrettik”

“Oyunculuklar, sahneler, sekanslar müthişti”

“Eski İstanbul kareleri, gençliğimize damgasını vurmuş müzisyenler ve müzikleri ile o kadar çok bizden ki…”

“Kamera açıları, ışık, jenerik, hikâye… hepsi birbiriyle uyum içinde...”

Ya da

“Çok klişe… gerçekçilikten çok uzak…”

“Üçüncü bölümden sonra bıraktım…”

“Şişirildiği kadar da değil canım...”

Son zamanlarda her platformda sık duyduğumuz ifadeler tanıdık gelmiştir. Dijital ortamda yayınlanan, son zamanların en ilgi çeken denebilecek bir dizi film “Bir Başkadır.” Karakter seçimleri, oyuncuların rolleriyle oluşturdukları bütünlük, toplumun her kesimini içine alan hikâye ve kapalı kapılar ardındaki hayat gerçekleri için başlamış bir çalışma. Harcanan mesai ve verilen emek çok bariz. Umarım devam eden sezonlar ilk sezon yorumları dikkate alınarak, belirgin bir düzenlenmeyle çalışılır.

Diziyi izleyen hemen herkesin ortak düşünceleri bunlar. Herkes en iyi bildiği noktadan değerlendirme yapsa aslında, filmlerin, dizilerin kalitesi daha çok artar. Beklentilerin tamamını karşılamak mümkün değil. En çok Öykü Karayel ve Fatih Artman olmak üzere tüm ekibin doğallığı Anthony Quinn’in Hz. Hamza karakteri için altı ay sahrada yaşadığı bilgisini hatırlattı bana.

Genel itibariyle “Bir Başkadır” oyuncularının özgeçmişleri incelendiğinde gösterdikleri performansın kıvamını yakalamak için böyle bir şeye ihtiyaç duymadıkları, zaten halkın arasında ve topluma yakın yaşamaya çalıştıkları düşünülebilir. Ya da aynı formattan ailelerden geldiklerini unutmadıklarını düşünmek de güzel.

İlgili ilgisiz herkes, her konuda her sözü söyledi/yazdı zaten. Yönetmeninden otobüs numarasına kadar “eleştirmek” adı altında bol bol kelime sarf edildi. İyi de bir reklam oldu aslında. (Müşteri üzerinden reklam hem ucuz hem risksizdir. Çoğunlukla müşteri kendi isteği ile yapar. Bu başka bir çalışma konusu.) Bana yazacak pek bir şey bırakılmasa da eklemek istediklerim var tabi ki; yaşam alanları.

Mekânların Bir Başka Yanı

Kapısı açılır açılmaz açanı kendine has bir merdivenle karşılayan iki evden başlayalım isterseniz; Ali Sadi Hoca’nın evi ile Sinan Bey’in evi. Birinin kapısını Meryem karakteri açarken diğerini Meryemvari kadınların açması iki mekânın birbirine yabancılığını çok net sunuyor gözlere.

Sinan Bey karakterinin loft tarzı evindeki yalnızlığın ve bireyselliğin yansıttığı buz gibiliğe inat Hocanın evindeki aile sıcaklığı daha kapı açılır açılmaz fark ediliyor.

Benzer şekilde Gülbin karakterinin şehrin göbeğindeki aile evinin katlar arasındaki sıkışmışlığı, Psikolog Peri karakterinin modern, gösterişli, lüks aile evinde de mevcut. İki ev yan yana getirilip bakıldığında her iki ailede de geçmişten gelen tıkanıklıkları üç boyutlu resim formatıyla öne çıkıyor.

Ev Yuvadır, Ailedir

Meryem’in ailesi ile birlikte yaşadığı ev ise tam bir Anadolu bence. Etrafı çevrilmemiş bir bahçenin sokağa hâkim bir yükseklikte yerleşmiş bu iki katlı aile evi. Dizinin ilk bölümünde Meryem’in tarif ettiği gibi “dededen kalan, bir çöpüne dahi dokunulmamış” aile evi. Derme çatma merdivenlerden ulaşılan giriş kapısı etrafı çitlenmemiş bahçe kadar güveni temsil ediyor. “Neysek oyuz” mesajı veriyor adeta.

İki kanatlı dış kapının içeri girmek için açılan sol kanadı bu eve gelen herkesin sevgiyle ağırlanacağı hissi veriyor. Ya da sevgiye duyulan açlığı da görmek mümkün. Kapının sol kanadı ev ahalisinin kalbini sembolize eder diyecek olursak, dededen kalma evin kalbi de en az içinde yaşayanlar kadar yaralı ve perişan. Hayata tutunmaya çalışıyor.

Kapıdan girdikten sonra ayakkabıların çıkarıldığı ince hol bu eve gelen herkesin dışarıdaki her darlığı, sıkıntıyı, yaşananı ayakkabılarla birlikte burada bırakıp huzur bulmak için içeri geçebileceğini düşündürüyor. Hemen sağ tarafa düşen oturma odası ise bu evde yaşayan ailenin geçmişinden gelen kültürünü, geleneklerini, alışılmışlıklarını açık ediyor. Güvenle oturabilirsiniz burada diyor hal diliyle.

Hocanın ve Sinan’ın evindeki merdiven bireyselliği, yabancılığı en ince ayrıntısına kadar hissettirirken bu evde sadece yatak odalarına ait mahremiyeti ifade ediyor. İzleyiciye “her bir kapalı kapı ardında yaşayanların kendi içinde bile bir mahremiyeti vardır” mesajı sunuyor. Ki bu içinde yaşadığımız toplumun şehirleştikçe unutulan özelliğidir.

Meryem’in ve Sadi Hoca’nın evlerinin döşemeleri, mobilyaları ve bunların odalardaki yerleştirilmeleri ne kadar gelenekselliğin samimiyeti kokuyorsa, Sinan ve Peri’nin evleri de o kadar modern olmaya çalışmanın uyumsuzluğu kokuyor.

Sinan’ın annesinin evindeki dağınıklık, sereserpelik, düzensizlik annenin ruh hali ile birebir örtüşüyor. En az anne kadar bakıma, ilgiye muhtaç bu ev insanın ne kadar dışını değiştirse de içinde gerekli düzenlemeyi yapmadığı sürece işe yaramayacağını gün gibi açık etmiş. Sinan’ın özgüvensizliğinin arkasındaki asıl gerçeğin yetiştiği aile ortamındaki dağınıklıklar olduğunu net bir şekilde görmek mümkün. Aileler iyi çocukları olsun istiyorlarsa öncelikle onları yetiştirmeye çalıştıkları ortamı düzenlemeliler tezini doğrulayan mahiyette bir ev.

Dizinin birçok bölümünde gösterilen şehir manzaralarındaki yüksek katlı apartmanlar, balkonlarından ve camlarından sarkan çamaşır görselleri “bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim” diyor adeta bağırarak.

Psikolog Gülbin ile psikiyatrist Peri’nin çalışma ofisleri ise iki ayrı ucun iki ayrı çatallaşmasını çok net bir şekilde gözler önüne sunuyor. Birindeki yapmacık asalet diğerindeki mütevazı çaresizlik o kadar bariz ki...

Her ikisinde de başkalarının derdine derman bulmaya çalışarak kendi hayatlarının bastırılmışlığından kurtulma çabasını görmek mümkün. Ne çare ki mekânlarına sinmiş olan çırpınışlarını gizleyemiyorlar.

Demek İstiyorum Ki

Toplumların çok yerleşmiş kültürlerinden ve geleneklerinden, geleneksel mit ve itemlerinden sıyrılmaları uzun zaman alır. Değişme sürecindeki kuşak en arafta kalan, en kararsız ve sancı çeken kuşaktır. Kendilerine rağmen kendileri olmaya çalışan bireyler, değişikliğe yaşam alanlarından başlasalar da asıl düzenlemeleri gerekenin iç alemleri olduğu hakikati ile mutlaka yüzleşmek zorundalar.

Kemikleşmiş yapıları fazla tahrip etmeden, aslını bozmadan, iyi ve güzel olan yanlarını koruyarak restore etmek her zaman mümkün olmayabilir.

Verda Günel, MSc

Comments


bottom of page