top of page

SON SÖZ

12. KONU

FİLM ŞERİDİ

 

Yıllar önceydi.  Kayseri’de üniversite 1. sınıftaydım.  Hizmet’in ışık evlerinde kalıyordum.  Bir gün bir konuşmaya katıldım.  Salon tıklım tıklım doluydu.  Sahnede konuşmayı yapan beyefendi şöyle bir cümle sarfetmişti: “ Müslüman depresyona girmez! ”  O cümle hiç ama hiç aklımdan çıkmamıştı.  Unutamamıştım… O zamana kadar hiç depresyona girmesem de “depresyonun dini mini, ocusu bucusu olmaz ki!” diye bir cümle geçmişti aklımdan, tabi bu cümle o zamanlarda teorik bir cümle olarak kalmıştı hafızamda.

 

Yıllar geçti ve ben üniversiteden mezun olup 2013’te Japonya-Tokyo’da öğretmenlik yapmaya başladım.  Hayâlimi yaşıyordum.  Hem Türkçe öğretiyor hem Hizmet ediyordum.  Çok mutluydum, her şey çok güzel gidiyordu.  Ta ki 15 Temmuz 2016’ya kadar...  O zamana kadar zaten çok şey yaşanmıştı ama o tarihten sonra bir milletin kaderi tepetaklak olmuştu (Ya da böyle olması daha mı iyiydi onu sonradan görecektim).  Başta kendi ailem olmak üzere en sevdiğim insanların canının yanmasıyla bendeki flaşların yanmaya başlaması aynı güne denk geliyor.  Ateş düşmediği yeri yakmıyormuş dediğim gün yani o gün...  O güne değin zaten kafamda sorular dönüyordu, “neden bunlar başımıza geldi, biz nerde hata(lar) yaptık, her şeyin iyi gittiğini düşünürken neden her şey tepetaklak oldu?” gibi onlarcası geçiyordu aklımdan.  Ancak çevremde olan bazı yanlışları, yalan ve dolanları, haksızlıkları (maddi ve manevi) daha net bir şekilde idrak etmem o melul tarihten sonra olmuştu. 

 

5-6 ay sonrasıydı, uyuyamamaya ve sürekli kâbuslar görmeye başladım.  Hapisteki babam sürekli rüyalarıma giriyordu.  Zaten öncesinden fiziksel ve zihinsel yorgunluğum da vardı.  Çevremdekiler iyi olmadığımı söylüyordu ama ben bunun farkında değildim.  En sonunda Japon bir psikiyatra gittim, depresyon başlangıcında olduğumu öğrendim.  Yaşamdan ümidi kesecek noktaya gelişimi kendime ilk defa itiraf etmek hayatımdaki en zor kurduğum cümlelerdendi.  Ailemin ve sevdiklerimin yaşadıkları ve iş yerinde yaşatılan psikolojik şiddet ve yorgunluk beni fazlasıyla yıpratmıştı.  Velhasıl kelâm, hem seanslar hem de verilen ilaçlar neticesinde toparlanabildim.  Şu cümleyi kurduğumu hatırlıyorum: “Müslüman da depresyona girebiliyormuş, hele ki güvendiği dağlara kar yağdıysa…”

Bu süreç içinde okullarda çalışan bazı arkadaşlarıma maaşları konusunda haksızlık yapıldığını, “bize borcun var” denilerek maaşlarından çok yüklü bir miktar eksiltme yapıldığını duyuyordum yaşayanların ağzından.  Hakeza ben de, alenen arkamda maddi konuda yalan söylendiğine şahit olmuştum.  Bu güven zedelenmelerinin açtığı yaraları bilmem size nasıl tarif edebilirim.  Ama sanıyorum çok kişi aynı cendereden geçti, belki de hâlâ geçiyor.

Bu problemler olurken bazı kişiler (evli bir çift) hakkında öğrendiğim gerçekler ise işin seyrini daha da değiştirmişti benim için.  Güven kaybım artarak büyüyordu.  Bunun yanında sorunlu bazı müdürler hakkında Japon ve Türk çalışanlar şikayetlerini dile getirdiği halde sorunlara çözüm bulunmaması ve birçok şeyin kulak ardı edilmesi yaşadıklarımı daha da çetrefilli hale getiriyordu.  Ha tabi bu arada kendi içimizdeyken problemlerini dile getiren "bazı" kişi veya çalışanların, ilgili makamların önüne geldiğinde “bizim bir sorunumuz yok, her şeyden memnunuz” demeleri her defasında hayretler içinde bırakıyordu beni.  Bu suskunluğun sebebini anlayamıyordum ama bir şeyden emindim; o da bu suskunluğun haksızlık yapan yönetici ya da bazı “abi-ablaları” cesaretlendirmesiydi.  Japonya’da bulunduğum zamanlarda elimden geldiğince kafama uymayan durumları dile getirmeye ya da sesimi duyurmaya çalıştım (ki bir iki arkadaşım da böyle yapmıştı) ama genellikle bir sonuca varılmadığını ya da bazı insanlarla bunu ol(a)mayacağını anladığımda yavaş yavaş bir şeylerden kopmaya başladım (Zaten bunun öncesinde düşünce şeklimden dolayı benden uzaklaşıyordu insanlar, hissediyordum.  Bunun adının çok sonradan “ötekileştirme” olduğunu öğrenecektim). 

En sonunda Tokyo'daki iş yerimde yaşadığım fiziksel şiddet iplerin tamamen kopmasına neden oldu.  Başka bir şehre zaten gidecektim ama bu son yaşadığım çirkin olay içimde tuttuğum bazı şeyleri de açığa çıkarmama yardımcı oldu.  Gittiğim şehirdeki okulda günleri saymaya başladım çünkü Amerika’ya gelecektim.  Orada da Türk müdürlerin çalışanlarına (özellikle Türklere) duyduğu güvensizlikle boğuştum. 

Dönem sonuyla birlikte “Ben kendime olan özsaygımı kaybettim ve benim bunu yeniden kazanmam lazım” diyerek ama genel olarak bende nasıl bir hasarın olduğunu da bilemeyerek -bir can havliyle- Amerika’ya geldim.  Hizmet Hareketi ile bağımı koparmıştım (Bu düşünceyle Japonya’dayken çok boğuşmuştum.  Sanki dinimi kaybedecekmişim ya da bir şeylere ihanet edecekmişim gibi geliyordu).  Ancak bir, iki, üç ay geçtiği halde hâlâ toparlanamıyordum.  İçimdeki öfke ve güvensizlik duygusu geçmesi gerekirken sürekli artıyordu ve bunlardan kurtulmak istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. 

6 ay sonrasında arkadaşımla eğlenmeye gittiğimiz bir lunaparkta Fatma Susan Tufan ile tanıştım.  Laf döndü dolaştı Hizmet’e geldi.  Fatma abla gördüğü haksızlıkları ve yanlışları dile getirmek istiyordu, hakeza ben de öyle.  Çünkü kendimden de öte çok sevdiğim arkadaşlarım tıpkı benim gibi bir girdabın içindeydi.  Yardım etmeliyim diyordum, hem kendime hem onlara; bu haksızlıklar, yalanlar dolanlar son bulmalı ve gerçekler açığa çıkmalı (bunun sözünü kendime -garip bir şekilde- taa Japonya’dayken verdiğimi hatırlıyorum).  Sonrasında sürekli görüştük Fatma abla ile… Serüvenimiz, saatleri bulan birbirimizi tanıma seansları ile başlamıştı.  Yaşadığım psikolojik çöküntü o kadar büyük ve derindi ki, her iki lafımda bir ağlıyordum (şu an yazarken de aynı durumdayım, ama bu sefer ki mutluluktan).  Kelimelere küsmüştüm, insanlara güvenim ciddi şekilde sarsılmıştı.  Bunun onarılması zaman alacaktı, farkındaydım ama nasıl olacaktı bunu bilmiyordum.  İşte bu noktada ve ilerisinde Fatma ablanın çok büyük yardımı ve desteği oldu.  Zaman geçtikçe siteyi şekillendirmeye başladık.  Olaylara ve insanlara nasıl yaklaşacağımızı uzun uzun konuştuk, tabi yöntemler Fatma abladandı.  Ben bazen anlamasam da ortama uymaya azami derecede gayret ediyordum.  İçimden bir ses kurtuluş yolumun buradan geçtiğini söylüyordu, denemeye değerdi; çünkü iyileşmek istiyordum. 

Sitede yayınlanacak konuları ve kitapları Fatma abla bana sabırla anlatıyordu.  Filmleri de benim seçmemle birlikte Uyanış Manifestosu ile start’ı vermiştik.  Her bir yazının, cümlenin, kelimenin üzerinde özenle duruyor saatlerce düşünüyorduk.  Kafelerde ve evlerimizde saatlerce çalıştık, konuştuk.  Konular çok hassastı, dokunmaya çalıştığımız noktalarda hata yapmak istemiyorduk.  Çalışma stillerimiz çok farklı olsa da sürekli birbirimize danışarak yoğun bir çaba ile yapmak istediğimize odaklanmıştık.  Tabi uzun bir süre ka’le alınmadık, görmezden gelindik.  Bunda sanırım hem kadın olmamızın etkisi olduğunu hem de birden damdan düşer gibi iki kadının ortaya çıkıp derin yaralara parmak basması insanlarda şoke etkisine neden oldu diye düşünüyorum.  Yine de biz her şekilde yazmaya devam ettik tüm tehditlere ve görmezlikten gelinmelere rağmen.  Zamanla gelen okuyucu mailleri ve mesajlar ile mesajımızın ulaşması gereken yere ulaşmaya başladığını görmeye başladık.

Benim de garip bir şekilde (daha doğrusu işe yarayacak mı düşüncesinden sebep) her bir konu ve yazıda içimdeki kördüğümler çözülmeye başlamıştı.  Konularla ilgili okuduğum kitaplar yaralarımla yüzleşmeme neden oluyordu.  Bazı şeyleri kabul etmem ve yüzleşmem zor oluyordu ama gün geçtikçe içimdeki karanlık da kayboluyordu sanki.  Yazmaya başlamamın ana nedeni olan iyileşme isteğim en başta bana ütopik gelmiş olsa da, isteğim oluyordu.  Hatta hiç unutmam ilk konunun kitabını (İlişkilerde Onur Mücadelesi) okuduğumda günlerce etkisinden çıkamamıştım; çünkü Fatma ablanın bana en başta dediği “bu kitaplar ve yazılarla yaralarının tanımını bulacaksın” cümlesindeki gizemle birlikte adını sanını duymadığım aynı dinden, dilden ve milletten olmadığım insanlar beni anlıyor ve beni bilmeden de olsa iyileştiriyordu. 

Evet, iyileşiyordum… 5 ay sonunda bana tüm bunları yaşatanları affettim; çünkü ancak affetmekle içimdeki öfkeyi bitirebilir ve ruhumu özgür kılabilirdim.  İşe yaramıştı… Mandela haklıydı; affetmek ruhu cidden özgür kılıyordu.  Lâkin bundan sonrasında yazmaya daha bir sıkı sarıldım.  Benim hissettiğimi başkalarının da hissetmesini ve iyileşmesini istiyordum.  Böyle böyle derken son konumuza kadar geldik ve sizlere veda ediyoruz.  Belki başka mecralarda yine karşılaşacağız ancak bu yolculuğun başta kendim olmak üzere birçok kişiye iyi geldiğini görmek beni en çok sevindiren ve gururlandıran nokta oldu... İnsanların susmaktan vazgeçip konuştuğunu ve hakkını aradığını görmek beni mutlu etti… Bunun artarak devamının geleceğini umuyorum.
 

Teşekkür...

Yukarıda bahsettiğim ka’le alınmama sürecinde bize ilk geri dönüş yapan ve sitemize baştan beri destek veren Önder Aytaç Bey oldu.  Daha sonradan kendisi yazar olarak da aramıza katıldı.  Kendisine, gösterdiği ilgiden, yazı, şiirleri ve yazılarımızın duyulması adına yaptığı paylaşımlardan dolayı teşekkür ediyorum.  Biz kadın yazarlara ve yazılarımıza olan desteğini hiç unutmayacağım.

 

Şarktan Garba köşesindeki yazılarıyla kafamdaki bazı sisli noktaları da dağıtan ve bazı konuları daha net görmemi sağlayan Tuncer Akkoç Bey’e de çok teşekkür ederim.  Yazılarındaki felsefi yaklaşımlar ufkumu genişletti.  Bakış açısı ve değerli yazılarıyla sitemize renk kattı.  Twitter sorumlusu olduğu süre zarfında da sitemiz adına gösterdiği gayretten dolayı da ayrıca teşekkür ederim.

 

Kahve Lezzetinde Yazılar köşesindeki rahatlatan konu ve yazıları ile sitemize ve okurlarımıza farklı pencereler açan Süreyya Deniz Hanım’a da çok teşekkür ederim.  Instagram sorumlusu olarak yaptığı paylaşımlar ve iş disiplini için de ayrıca teşekkür ediyorum.  Sizinle tanışmak çok güzeldi.

Mor Pencere köşesinin yazarı Verda Günel Hanım ile bizatihi tanışamasak da bu kısa zaman zarfında yakınım gibi hissettiğim bir yazar oldu benim için.  Hakeza hayata dair farklı konulardaki doyurucu içerikli yazıları bu serüvende beni oldukça rahatlattı ve olaylara farklı açılardan bakabilmeme vesile oldu.  Üslûbunuz ve yazılarınız için size de çok teşekkür ederim.

 

Tahsin-i Kelâm adlı köşesindeki şiirleriyle sitemizdeki makale yoğunluğu arasında farklı bir ses ve nefes olan Tahsin Bey’e de çok teşekkür ederim.  Şiirlerinizi okumak bir edebiyatçı olarak çok mutlu etti beni.  Üniversite yıllarımdaki divan edebiyatı derslerini hatırlattınız bana :)  Teşekkür ederim mısralarınızla aramızda olduğunuz için.

İmbikten Geçenler  köşesinde hayatı ince ince sorguladığım yazılarıyla bizlerle birlikte olan Hamza Bey’e de çok teşekkür ederim.  Ayrıca Tahsin Bey’in şiirlerine yaptığı seslendirmelerinizi de hayranlıkla dinledim.  Kaleminize yüreğinize sağlık…

Ayrıca Sizden Yansıyanlar köşesindeki güzel yazıları ile bizlerle olan sevgili okurlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum. 

Sitemizin bana göre çok büyük bir gizli kahramanı var. Sitemizin tüm tasarımını ve düzenlemelerini yapan ama kendisinin ismini burada veremeyeceğim R. Hanımefendi’ye de çok teşekkür ederim.  Bu alandaki bilgisini bizler için sonuna kadar kullandı ve siteyi şu anki haline getirmek için çok emek sarfetti.  Tüm emeklerin için teşekkür ederim.

Assolistler sondan gelirmiş… Çalışırken ara ara hayretle “biz nasıl karşılaştık yahu” diye düşündüğüm Fatma abla… Hayatımın 2. raunduna başlayabilmemin baş mimarı.  Herkesin hayatta önemli bi şansı olur ya, Fatma abla da öyle oldu benim için.  Tüm yol göstericiliğin, konuşmaların, desteklerin, sabırla dinlemelerin ve sahip olduğun birikimleri benimle paylaştığın için çok ama çok teşekkür ederim.  Bana karşı gösterdiğin sabrı ise hiç söylemiyorum bile :)  İyi ki karşılaştık, iyi ki bu yola beraber çıktık.  Yazılarınla beni iyileştirdin…  Çok teşekkür ederim…

Son olarak bizlere hem sosyal medyada hem de özelden gerek mail ile gerekse de mesajları ile ulaşan tüm okurlarımıza teşekkür ederim.  Sizlerin yorumları ve görüşleri bizim için çok değerliydi.  Ayrıca çok sevgili ailem ve dostlarıma da destekleri için çok teşekkür ederim.  Beni her anlamda yüreklendirdiniz :)

Esen kalın, Hoşçakalın…

18.02.2021


 

Elifnur Takavcu

ent.enttak@gmail.com

bottom of page