top of page

BARIŞ DİLİ

10. KONU

Cevap Vermek için Değil, Anlamak için Dinlemek Gerek

"Doğrunun ve yanlışın ötesinde bir yer var; seninle orada buluşacağız."

-Mevlâna

 

11 Eylül Amerikan tarihinin en büyük terörist saldırısı olarak tarihe geçerken, Katrina Kasırgası da en büyük doğal afet olarak tarih kitaplarında yerini almıştır. Katrina doğal afetinden sonra binlerce insan ölmüş ve yine binlerce insan evsiz kalmıştır.  11 Eylül olaylarında ise üç bine yakın insan binaların çökmesiyle hayatını kaybetmiştir.  Yapılan bir araştırmada 11 Eylül mağdurlarıyla, Katrina hortum faciasına maruz kalmış insanların yaşadıkları travma (PTSD) incelendiği zaman, 9/11’i yaşayan insanların travmayı Katrina’yı yaşayan insanlardan daha kolay ve çabuk atlattıklarını ortaya çıkarmıştır.  Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi ise yaşanılan afetlerden sonra insanlara nasıl davranıldığı ve nasıl muamele edildiği.  11 Eylül'e maruz kalan insanlar kahraman ilan edilirken, Katrina’yı yaşamış insanlar doğal afet kurbanı olarak görülmüştür.  New York’taki saldırıdan dolayı mağdur olan insanlara hızlı ve zamanında yapılan maddi-manevi yardımlar ve sunulan psikolojik destekler insanların travmayı daha çabuk atlatmalarına ve etkisinin daha az sürmesine katkı sağlamıştır.  Bunun aksine Katrina felaketinde karşımıza daha farklı bir manzara çıkıyor: Bölgeden insanların faciadan önce çıkarılmasının gecikmesi, yardımların gecikmesi, devlet yardımının aksaklığı, binlerce insanın evsiz kalması ve aradan yıllar geçmesine rağmen hâlâ mağduriyetlerin devam etmesi sonucun olumsuz olmasına etki eden faktörlerden sadece birkaçı.  Katrina’nın olduğu bölgedeki insanların düşük gelirli olmaları da ihmâl edilmelerinin ve gözardı edilmelerinin sebeplerinden bir tanesi. 

 

Yukarıdaki iki afet Amerikalı insanlara travma yaşattığı gibi 15 Temmuz da Hizmet Hareketi’ne (HH) mensup insanlara bir travma yaşattı.  Bazıları bu travmayı kendilerine sunulan veya ellerinde halihazırda bulunan imkânları kullanarak daha kolay atlatmışsa da birçok insan hâlâ bunun mağduriyetini yaşıyor.  Özellikle de Türkiye'de veya yurtdışında yaşayan ve sırf neler olup bittiğini anlamak için sorgulayan insanlara yapılan muameleler maalesef bu insanların zaten var olan travmalarına tuz biber ekliyor.  Özellikle de HH içindeki statükoculardan gördükleri muameleler, duydukları hakaretler, aşağılamalar, ötekileştirmeler bu insanların acılarına daha da çok acı katıyor ve travmalarını atlatma süresini geciktiriyor.  O kadar acı ki, dini öğretiler kullanılarak bu insanlara -kaybedenler- muamelesi yapılıyor, asıl kaybedenlerin bu davranışlarıyla kendilerinin olabileceği ihtimâlini akıllarına bile getirmeden. 

 

Böyle durumlarda, savunmaya geçmek ve karşısındakini susturmaya çalışmak yerine, dünyaya o insanların gözünden bakmaya çalışmak, onların acısını, travmalarını anlamaya çalışmak en isabetli olacak olan adımdır.  Maalesef, HH’ndeki bazı yöneticiler bu yönde başarısız bir kriz yönetimi ortaya koydular.  İnsanların acılarını iyileştirmek yerine tutarsız davranış ve sözleriyle tüm bu acıları daha da katmerleştirdiler.  Sorumlu olan insanlar sorumluluk almak yerine insanların acılarına kulaklarını tıkadılar ve duyarsızlaştılar.  Bazı programlara bakıyorum, Halit Esendir, her çıktığı programda HH insanından özür diliyor; bir yönetici olarak ve hatta özür dilemeyen, kendini ak-pak gören yöneticiler adına da özür dilediğini söylüyor.  Ancak bunun tam tersi olan yani kendini ak-pak sanan diğer insanlar maalesef toplumun yarasına ne merhem ne de derman olabilirler.  Tam aksine insanların acılarını daha da katmerleştirirler. 

 

***

 

Barış dilinde esas olan karşıdakine cevap vermek değil, karşıdaki insan neyi nasıl söylerse söylesin, üslûbuna takılmadan, yadırgamadan, ayıplamadan, kınamadan o insanın ihtiyacının ne olduğunu anlamaya çalışmak ve o ihtiyaca göre karşılık vermek ve o kişinin ihtiyacını gidermektir.  Bu açıdan baktığımız zaman, 15 Temmuz’da mağdur olmuş insanların birçoğunun ihtiyacı olan şeyin aldatılmış olma duygusundan kurtulmak olduğunu görürsünüz. Ama maalesef, o kadar çok şeye takınılıyor ki insanların bu çığlıkları duyulmuyor.  Üslûplarına takıyorlar, söyledikleri sözlere takılıyorlar, nasıl söylendiğine takılıyorlar, sesinin tonuna takılıyorlar, vs. vs.  İnsanları dinlemek için değil de anlamak için dinlemeye başlayana kadar da bu böyle gidecek gibi görünüyor maalesef...



 

Fatma Susan Tufan

fatmasusantufan@gmail.com

bottom of page