BARIŞ DİLİ
10. KONU
Neden Dayanışma Yoksunuyuz?
“Kendi grubunun dışındaki insanları cezalandırma arzusu, grubunun içindeki insanları destekleme arzusundan önemli ölçüde daha güçlüdür.”
-Alan Jacobs
İsrail ve Filistinli kişiler tarafından 2006 yılında kurulan Barış için Savaşanlar (Combatants for Peace) grubunun varlığından, master eğitimi almaya başladığım ilk dönem haberim olmuştu. Okulda bir panel düzenlenmiş, yaptıkları çalışmaları anlatan Huzuru Bozmak (Disturbing the Peace) adlı belgeselin ardından bu grubun kurucularından olan biri İsrailli diğeri de Filistinli olan iki kişi konuşma yapmıştı.
Barış için Savaşanlar topluluğu, yapılan zulümlere daha fazla dayanamayan ve bu zulümlere daha fazla alet olmak istemeyen İsrail ordusundan istifa etmiş bir grup asker ile yine çatışmanın son bulmasını isteyen bir grup Filistinli’nin bir araya gelmesi ile kurulmuş. Çatışmanın bir sonuç getirmediğinin farkına varan bu insanlar topluma örnek olması ve insanlara alternatif bir yol göstermeyi hedeflerler. İlk buluşmalarında yaşadığı duygusal yoğunluğu dile getiren Filistinli bir grup üyesi, kendilerine yıllarca zulmetmiş insanlarla aynı amaç için çalışmanın kendisine ne kadar zor geldiğini anlatıyor. Yıllarca düşmanın gibi gördüğün insanlar ile beraber çalışabilmek için ortak bir paydada buluşabilmek… Bu zorluğun farkında oldukları ve grup içinde anlaşmazlıkları en aza indirmek için de şöyle bir çözüm yolu buluyorlar: Barış için Savaşanlar grubunun kurucuları yaptıkları ortak çalışmalarda beraber karar alacak ve iki tarafın da onayı olmayan hiç bir adım atılmayacak. Böylece sadece kendi aralarında çıkabilecek anlaşmazlıkları değil aynı zamanda dışarıdan her iki kesimden de gelebilecek baskıları bertaraf edebilsinler. Çok zorlu bir yola giren bu insanlar o kadar hassas davranıyorlar ki, Facebook sayfasını kurdukları zaman sayfalarında paylaştıkları ve yazdıkları her bir cümleyi bile oturup kelimesi kelimesine beraber karar veriyorlar. Farklı yaşam tarzları, inançları ve hayat görüşleri olan bu insanlar beraber çalışmak ve kendi halklarına farklılıklara rağmen bir arada çalışılabileceğini ve yaşanılabileceğini göstermek için ortak bir paydada buluşuyorlar, ki bu ortak payda işgalin bitmesi ve insanların barış içinde bir arada yaşaması.
Bu ayki Problem-Analiz köşesinin konusu da, dayanışma ve bunun önündeki engeller. Yukarıda verdiğim örnek ibretlik bir dayanışma örneği. Her iki konuşmacıyı da dinlediğim zaman topluma alternatif bir yol gösterebilmek ve örnek olabilmek için sarf ettikleri gayrete hayran kalmıştım. Dinleyicilerden birisi Filistinli grup üyesine, “Beraber çalışıyorsunuz, peki, kendinizi İsrailli ile eşit hissediyor musunuz?” diye bir soru yöneltmişti. Filistinli cevaben, “eşit güce sahip olmadığımızın farkındayım. Meselâ, o buraya 12 saatte geldi Israil’den. Ben ise üç tane güvenlik noktasından geçip 30 saatte geldim. Tabii ki eşit değiliz. Ama biz gücümüzü birbirimizden alıyoruz. Onun gücüyle ben de güçleniyorum. Çünkü biz ortak bir amaç için çalışıyoruz.” Yani birbirine bağlı olan (interdependent)* bir sosyal ilişki. Attıkları adımlar ve kararlar sadece kendilerini değil gelecek nesilleri etkileyecek bir sosyal ilişki.
***
Doğu kültüründe kollektivizm toplum yapısı ağırlıktadır, Batı kültüründe ise individualism. Batı, individualism (bireycilik)’den birbirine bağlı olan (interdependent) bir toplum anlayışına doğru yöneliyor. Batı kültürüyle tanıştıktan sonra kollektivist yaşam tarzını reddeden insanlarda ise bir bireycilik akımı gözlemliyorum. Uzun zamandır takip ettiğim bir durum bu, benimle aynı fikirde olmayabilirsiniz fakat gözlemlerim bu yönde. Yani bir bakıma, toplumdaki sosyal değişimin bir adım gerisinden geliniyor.
Aslında, interdependent toplum yapısı yabancı olduğumuz bir kavram değil. Her ne kadar uygulamadan uzak olunsa da Kur’an’da tavsiye edilen toplum düzeni de bu kavrama denk geliyor. İlk inen surelerden biri olan ve İmam Şafii'nin, “hiç bir sure nazil olmasaydı, sadece [bu sure] bile yeterdi” dediği, Asr Suresine baktığınızda, orada tavsiye edilen sosyal ilişkinin interdependent olduğunu görürsünüz.
Asr surenin son iki ayeti şöyle (Suat Yıldırım tercümesi): 2- İnsanlar hüsranda. 3- Ancak şunlar müstesna: İman edip makûl ve güzel işler yapanlar ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler. Toplumun her bir ferdinin kabiliyetlerinin en iyi şekilde inkişaf etmesi için birbirine bağlı olan bir sosyal ilişkiye ve sosyal zemine ihtiyacı var. İnsan bazen kendisine ayna tutamayabilir, kabiliyetlerini veya iyileştirmesi gereken yönleri farketmeyebilir. Bunları ancak parçası olduğu toplumun iyi bir şekilde işleyişi sayesinde fark edebilir ve ilerleyebilir.
Türkiye kültürüne veya Hizmet Hareketi (HH)’nin kültürüne baktığımız zaman maalesef çok sağlıklı bir sosyal etkileşim ve güçlü bir dayanışma gözümüze çarpmıyor. HH’nin kültürüne baktığınızda maalesef göz ardı edilemeyecek şekilde değerlerin altüst olduğunu, doğrunun yanlış, yanlışın ise sıradanlaştırıldığını söylersem abartmış olmam. Bir örnek vereyim; malumunuz, gazeteci Ahmet Dönmez, Atlanta dosyasını gündeme getirdiği için bir itibarsızlaştırmaya maruz kaldı. Hatta bu yetmedi, Sn. Gülen’in adı kullanılarak AfSV’nin adı altında yalan bir bildiri yayınlandı. Böyle bir şeyin alenen yapılabilmesi, insanların buna cesaret gösterebilmesi ve böyle ahlâki ve etik olmayan bir davranışın toplumda yeterince tepki görmemesi HH’nin normlarında ciddi bir bozulma olduğunun bir göstergesidir. Dahası da var. Bu olaydan sonra, Sn. Gülen'in Ismail Nazlı'yı görevden alması üzerine, New Jersey’den bir ekip Sn. Gülen'in atamaya müdahale etmemesi gerektiğini söylemeye gitmiş. Bu talihsiz insanlar kimler bilmiyorum ama merak ediyorum, acaba Sn. Gülen’in karşısına çıktıklarında, “sizin adınız kullanılarak yalan haber yapıldı, bir gazeteci itibarsızlaştırılmaya çalışıldı, halk manipüle edilmeye çalışıldı. Bu durumdan dolayı çok üzgünüz” vs gibi bir şey söylediler mi veya empati yapabildiler mi? Dahası, acaba bu ekibi hazırlayan veya bu ekibin parçası olan kişiler, bu yalan haberi yapan kişi veya kişilerin karşısına Sn. Gülen'in karşısına çıktıkları gibi çıkıp halkı neden manipüle etmeye çalıştıklarını sordular mı? Veya, HH’ nden kaç kişi veya kurum bu alenen yapılan davranışı sesli olarak kınadı ve ayıpladı? Atlanta Platform’u hariç -ki onlar da kendilerini aklamak için- bir bildiri yayınladılar, başka hiçbir kurumdan ses çıkmadı.
Hani HH’nin 2015’te yeni bir yapılanmaya gittiği söyleniyor. Problemli insanların artık görevde olmadığı söyleniyor. Birincisi, bu gibi insanlar kolay kolay geri çekilmezler ve yönetimden de elini çekmezler. İşte bu yüzden de sadece sistem değişikliğine gitmek yetmez. İnsanların da değişime, yeni normları uygulayacak seviyeye gelmesi gerekir. Yani sistem değişikliği ile insanların sisteme ayak uydurabilmesi için hazır hale gelmesi elele gider. Bu problemli insanlara görev vermemekle önemli bir adım atılmış. Ancak bu kişiler hâlâ toplumun bir parçası oldukları için diğer insanların üzerindeki etkisi maalesef ki hâlâ devam ediyor. Yukarıda bahsettiğim gibi insanları etkileyip kendi yapamadıklarını başkalarına yaptırmaya devam ediyorlar ve edecekler de. İnsanların bu gibi oyunlara gelmemesi için dikkatli olması gerekiyor.
***
“Hizmet Hareketi İçinde Belki Sadece Yüzde 1’lik bir Kesim Suça Bulaşmıştır,
Geri Kalan Yüzde 99’u Masumdur” Argümanı Üzerine Düşünceler
Bir ay önce kadar Irkçılık Karşıtı (Antiracism) üzerine kitaplar okunan bir kitap kulübüne katıldım. Şu anda Ibram X. Kendi’nin “Nasıl Irkçılık Karşıtı Olunur? (How to be an Antiracist?) adlı kitabını okuyoruz. Yazar, ilk bölümünde okurlarını birçok terimle tanıştırıyor ve bu kelimelerin ne manaya geldiği ve hangi durumları ifade ettiğini anlatıyor. Orada, Ben ırkçı değilim (I am not racist) ile Ben ırkçılığa karşıyım (I am antiracist) arasındaki farkı açık bir şekilde ifade ettikten sonra okurlarına soruyor: “-Irkçılık yapmıyorsunuz, peki ırkçılığa karşı mısınız?'' Bu ikisi çok farklı şeyler. Belki kimseye teninin renginden veya etnik kökeninden dolayı ayrımcılık yapmıyor olabilirsiniz. Peki ırkçılık yapıldığı zaman buna karşı çıkıyor musunuz? Amerika’da son yıllarda özellikle de ırkçılık yüzünden yaşanan sosyal hareketlenme hepinizin malumudur. Artık bu toplumda “ben ırkçılık yapmıyorum” demek yeterli olmuyor. “Ben ırkçılık karşıtıyım ve ırkçılığa şahit olduğum zaman müdahale ederim, bunu sözlü olarak dile getiririm” cümlesini diyebilecek seviyeye gelmeniz gerekiyor. Devlet kurumları, organizasyonlar, eğitim kurumları şu anda bu konu üzerinde insanları eğitmek için ciddi emek ve kaynak sarf ediyor. İnsanlar da ayrıca, kendilerini ırkçılık karşıtı olmak için eğitiyorlar.
Şimdi, benzeri bir örnek de Hizmet Hareketi’nden (HH) vereyim. HH içinde suça bulaşmış, konumuna ihanet etmiş veya suistimal etmiş insanların yüzde 1’lik bir kesimi oluşturduğu, diğer yüzde 99’nun ise masum olduğu söyleniyor. Evet, o yüzde 99 soru çalmamıştır, peki o yüzde 99 soru çalmaya karşı mı? İftira atmamıştır evet, peki iftiraya karşı mı? Yalan söylememiştir, peki yalana karşı mı? Yolsuzluk yapmamıştır, peki yolsuzluk yapılmasına karşı mı? İnsanları itibarsızlaştırmıyordur, peki insanların itibarsızlaştırılmasına karşı mı? Bu örnekleri daha da çoğaltabilirsiniz, sanırım ne demek istediğimi anladınız.
İnsanlığın Senfonisi sitesini kurduğumuzdan bu yana en çok aldığım dost uyarısı (!) “seni itibarsızlaştırırlar, uğraşma böyle şeylerle” oluyor. Ben şahsen insanların bana seni itibarızlaştırırlar diye uyarmasından ziyade itibarsızlaştırmaya şahit oldukları zaman -ki bu kim olursa veya kime karşı olursa olsun- bunu yapan kişilere bu davranışlarının etik ve ahlâki olmadığını söyleyebilme cesaretini göstermelerini yeğlerim. Kaldi ki bunu yapmak bizim inanç sistemimizin bir öğretisi; “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin, ki bu imanın en zayıf derecesidir.”
Nebî ve Resûl Arasındaki Fark
Allah ömür verirse ilerleyen yıllarda yapmak istediğim şeylerden bir tanesi de Kur’an-ı Kerim’in sosyo-psikolojik yönü üzerine çalışmalar ortaya çıkarmak. Karınca kararınca yola koyuldum ve geçtiğimiz sonbahar döneminde Kur’an İlimlerine Giriş adlı bir ders aldım, ilkbahar döneminde ikincisini alacağım inşallah. Geçen derste en çok dikkatimi çeken konulardan bir tanesi Nebî ve Resûl arasındaki fark olmuştu. Bilindiği gibi Nebî ile Resûl arasındaki ayrımın en bilinen özelliği; Nebî, kendisine yeni bir kitap ve şeriat verilmeyip önceki peygamberlerin dinini tebliğ edendir. Resûl ise, yeni bir kitapla gönderilen veya kendinden önceki şeriatın bazı hükümlerini nesheden peygamberdir.**
Ama bu derste, Hz. Peygamber'in (sav) insanlarla olan iletişim yönü göz önünde bulundurularak bu iki ünvan arasındaki fark konuşuldu. Nebî ve Resûl arasındaki farktan bahsederken Ahzab Suresi 53. Ayet üzerinde duruldu. Ayetin meali şu şekilde (Suat Yıldırım Meali):
“Ey iman edenler! Yemeğe izin verilmeksizin, vaktine de bakmaksızın, Peygamberin evine girmeyiniz. Fakat dâvet edildiğinizde girin. Yemeği yiyince hemen dağılın, yemekten sonra sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi rahatsız ediyor, lâkin utandığından, size karşı bir şey söylemiyordu. Oysa Allah, gerçeği açıklamaktan çekinmez. Eğer (müminlerin annelerinden) bir şey soracak veya isteyecek olursanız, onu perde arkasından isteyiniz. Böyle yapmanız, hem sizin hem de onların kalpleri yönünden daha nezihtir. Sizin Allah’ın Resulünü rahatsız etmeniz ve kendisinin vefatından sonra onun eşlerini nikâhlamanız asla helâl değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.”
Burada geçen, “...lâkin utandığından, size karşı birşey söyleyemiyordu” hitabı Efendimiz’in (sav) Nebî yönüne, yani insanlarla olan birebir ilişkilerinde kullandığı üslûbu gösteriyor. Resûl yönü ise daha farklı; Resûl olarak, vazifesi kendisine gönderileni olduğu gibi tebliğ etmek olduğu için, utanıp sıkılma, yumuşatılmış anlatım kullanma, endirekt söyleme gibi bir durum söz konusu değil. İnsanlar kırılacakmış, darılacakmış ben bunu söylemeyeyim veya alttan alayım gibi bir durum söz konusu değil.
Ve bu vesile ile de, HH içindeki üslûp bekçilerine selamlarımı gönderiyorum. :)
Dipnot:
*İnterdependent: Birbirine bağlı olan, birbiriyle dayanışma halinde olan.
**https://dergipark.org.tr/en/pub/kader/issue/19179/203844
Fatma Susan Tufan