top of page

DÜNYA VATANDAŞLIĞI

11. KONU

Fethullah Gülen Hocaefendi Güç Peşinde mi? 

 

 

Yazıya başlamadan önce bu yazının yazarı hakkında malumat sahibi olmanız için giriş olarak biraz kendimden bahsedeceğim.  Malum, birçok insanın Hizmet Hareketi (HH) ile farklı bir bağı, iletişimi, ilişkisi ve serüveni var.  Nerede durduğumu anlamanız ve bakış açımı daha iyi yakalamanız için burada ben de sizlerle kendi serüvenimi paylaşmak istiyorum.

 

Hizmet Hareketi’nin varlığından 1993 yılında, 15 yaşlarında iken Sn. Fethullah Gülen’in kitaplarıyla tanıştıktan sonra haberim olmuştu.  Önce kitaplar, sonra Sızıntı dergisi ve daha sonra Zaman gazetesi ile tanıştım.  Türkiye’deydim o zamanlar ve çevremde Hizmet mensubu hiç kimse yoktu ilk başlarda.  Daha sonra hiç geçinemediğim din kültürü öğretmenimin elinde Zaman gazetesi görünce onun da cemaatten olduğunu anladım ama hiç bu konu hakkında konuşmadık.  Sonra mahallemize başka bir öğretmen ve ailesi taşındı, onlar da Zaman Gazetesi ve Sızıntı okuyorlardı ama kimse kimseyle bir şey konuşmuyor, adeta herkes kimliğini gizliyordu. 

 

Birçok insandan farklı olarak benim hiçbir zaman bir “abim” veya “ablam” olmadı.  Türkiye'deyken hiç sohbete gitmedim.  Yaşadığım yerde öyle bir ortam yoktu veya varsa da benim haberim yoktu.  Dershanelere de gitmedim, öğrenci evlerinde de kalmadım.  Bir dershane veya öğrenci evi kültürü ile hiç tanışmadım.  Sonuç olarak, Türkiye'de iken Hizmet felsefesini sadece kitaplar ve yazılı basın aracılığı ile tanıdım. 

 

1995 yılında Amerika’ya iki bavulla geldim.  Bir bavulda eşyalarım, diğer bavulda ise kitaplarım vardı.  Burada da kaldığım yerden Hizmet okumalarıma devam ettim.  Amerika’daki ilk yıllar çevremde Hizmet’ten kimseyi tanımıyordum.  Sohbet ortamları, programlar, kermesler vs. yoktu.  Sn. Gülen’in 1999 yılında Amerika’ya gelmesine kadar da bu böyle devam etti.  Yani 7 yıl boyunca Hizmet’i sadece kitaplardan okuyarak tanıdım.  Hocaefendi’nin Amerika’ya gelmesiyle birçok aile de Amerika’ya geldi, sonra sohbet ortamları, programlar vs. yavaş yavaş şekil almaya başladı.  Amerika’daki ilk kış programından itibaren hemen hemen bütün kış programlarına katıldım.  Yeri geldi öğrencilerle ilgilendim.  Öğrenciler için düzenlenen yaz kamplarına katıldım ara ara.  Belirli aralıklarla istişarelere dahil olduğum oldu.  En çok diyalog programlarıyla meşgul oldum.  Birkaç yıl öncesine kadar da düzenli olarak sohbetlere gidiyordum.  Velhasıl bu programlar vesilesi ile HH içindeki insanlar ile tanışmaya başladım.  Hizmet içindeki arkadaş çevrem her zaman az ve öz oldu.  Bir araya gelindiği zaman vaktin yarısını birbirine iltifat yağdırmakla geçiren ortamları itici bulduğum için böyle ortamlardan ve arkadaş çevresinden uzak durdum.  Aşırı ilgiden hoşlanmadığım için de kendi halinde sade bir insan olarak Hizmet serüvenime devam ettim. 

 

Hizmet felsefesi ile tanışan birçok insan gibi ilk başta ben de büyülenmiştim ve her şeyi ve herkesin kitaplarda yazıldığı gibi olduğunu sanıyordum.  Ama özellikle bazı insanları tanıdıkça o büyülü dünyam zamanla bozuldu, Hizmet felsefesini benimsesem de bazı insanları tanıdıkça “iyi ki Hizmet’i bazı Hizmet insanlarından önce tanımışım” diye itirafta bulunmaktan kendimi alamamıştım. 

 

 

***

 

Bir ayağım Hizmet toplumunda olsa da bir ayağım her zaman dış dünyadaydı.  İki dünyayı beraber yaşadım.  Özellikle eğitim hayatıma devam ederken karşılaştırmalı okumalar yapıp Sn. Gülen’in ne yapmaya çalıştığını anlamak için gayret gösterdim.  Bu çalışmaları yaparken karşıma çok ilginç sonuçlar çıktı.  Bunları, kendime not düşmek için ara ara kaleme aldım.  İşte, bu makalede okuyacağınız yorumlar ve analizler bu birikimlerin, çalışmaların ve okumaların bir ürünü ve bu çalışmaların bazı bölümlerinden kısa özetlerdir. 

 

Ayrıca, yıllarca bu konular üzerinde düşünürken Sn. Gülen’i bir imam, bir cemaat lideri veya bir eğitimci olarak değil, devrimci bir lider yani sosyal değişim lideri olarak gözlemledim. Bundan dolayı burada paylaşacağım yorumlar onun bu yönüne ışık tutuyor. 

 

 

***

 

Çağlayan Adliyesi

 

Gazetecilerin tutuklanması üzerine Çağlayan adliyesi önünde ilk protestolar başladığı zaman John Lewis’in Rüzgarla Yürümek (Walking with the Winds) adlı kitabını okuyordum.  Kitapta, sivil haklar savunucusu John Lewis, çocukluktan başlayarak kendi hayat serüvenini ve Amerika’da siyah insanların hakları için düzenlenen şiddetsiz eylemlere nasıl hazırlandıklarını anlatıyordu.  Lewis ve arkadaşları, protestolar için aylarca kilisenin bodrumunda şiddetsiz eylem eğitimi almış ve şiddete maruz kalırlarsa nasıl direnç göstereceklerinin pratiğini yapmışlar.  Sivil Haklar Hareketi’ni incelediğiniz zaman, protestocuların oturma eylemleri ve şiddete maruz kalsalar bile sivil bir şekilde adaletsizliği nasıl protesto ettiklerini, buna nasıl hazırlandıklarını ve direndiklerini görebilirsiniz. 

Çağlayan Adliyesi önündeki protestoları izlemek için bilgisayarımı açtığımda gördüğüm manzara karşısında hem tedirgin olmuş hem de hayretler içinde kalmıştım.  Bir ekrandaki manzaraya bakıyor, bir de elimdeki John Lewis’in kitabına bakıyordum.  Adliyenin önüne insanların küçücük çocuklarıyla gelmesi beni acayip şekilde tedirgin etmiş, bir kargaşa olursa o çocukların hali ne olur diye endişelenmeye başlamıştım.  Ama aynı zamanda Hizmet insanının protesto şekli karşısında hayretler içindeydim; Hizmet insanı şiddetsiz eylemi ne zaman ve nereden öğrenmişti? 

 

Türkiye gibi bir sosyal zeminde, hemen hemen her protestoda yerinden sökülen kaldırım taşları, kırılan camlar, yakılan iş yerleri bildiğimiz bir manzaraydı.  Ancak böylesine alışık değildik, hatta Hizmet insanının protesto yapmasına hiç alışık değildik.  Protesto yapmaları gerektiği zaman bunu hiç düşünmeden şiddetsiz bir şekilde yapmaları olağanmış gibi gelebilir fakat aslında bu üzerinde durulması gereken önemli bir konu.  İnsanlar yine ilerleyen günlerde de protestolara çocuklarıyla gittiler, güvenlik görevlileri burada dikilemezsiniz dediğinde bu sefer çocuklarının ellerinden tutup yürüyerek protesto ettiler.  Ama asla şiddete bulaşmadılar. İnsanlar şiddete başvurmuyorlardı çünkü şiddet onlar için bir alternatif değildi.  Akıllarına bile gelmiyordu, beyin kodlarında yoktu çünkü.

 

Peki bu nasıl olmuştu? 

 

İşte, Çağlayan Adliyesi önünde başlayan protestolar ve arkasından gelen olaylar silsilesi ile yıllardır sorduğum soruların cevapları da yavaş yavaş kafamda şekillenmeye başlamıştı.


 

Sn. Gülen’in Problem-Çözme Yöntemleri

Sn. Gülen'in ne yaptığını anlamak için önce onun problem çözme yöntemini anlamamız gerekir.  Sn. Gülen problemlere günübirlik çözüm üreten bir insan değil, kalıcı (sustainable) çözümler üreten ve bunun etkisinin asırları aşabilecek şekilde olmasını hedefleyen ve planlayan bir insandır.  Bu gibi insanlar yüksek feraset (superforecasters) sahibidir ve ellerinde olan bilgi ve verileri kullanarak on yıl sonrasında bile olayların akışının nereye gideceğini tahmin edebilir ve ona göre adım atarlar.  Sn. Gülen'in yakınında bulunan insanlar mutlaka birçok kez şahit olmuştur, söylediği bir şeyin o an onlara hiçbir şey ifade etmediğini ama yıllar sonra aynen veya benzeri bir şekilde gerçekleştiğini.  Bunlar tesadüfi değildir, bu Gülen’in çok önemli karakteristik özelliklerinden bir tanesidir.  Yüksek feraset sahibi olan kişiler, toplumdaki diğer insanlara nazaran bu özelliklerinden dolayı olayların farklı boyutlarını görüp analiz edebilirler.



Baskı (oppression) Altında Yaşayan bir Toplumun Küreselleşme Serüveni

Sosyal değişim hareketlerinde kalıcı bir çözüm üretmek için muhatabın sosyo-psikolojik gelişimi ve değişimi göz önünde bulundurulmalı ve bunun için de atılan adımların zamanlı, dikkatli ve vaktinde atılması gerekir.  Aslında bu yabancı olduğumuz bir konsept değil.  Kur’an-ı Kerim’de kullanılan ve Hz. Peygamber’in (sav)  kullandığı yöntem de bu (Meselâ, içkinin birkaç basamakta yasaklanması, namazın sonradan farz olması gibi).

 

Sosyal değişimde kullanılan dil de muhatap aldığınız topluma ve toplum yapısına göre değişkenlik gösterebilir.  Her toplumun sosyal yapısı farklıdır ve değişikliklere farklı tepkiler verebilirler.  Bundan dolayı da kullanılan yöntemler toplumun yapısına hitap etmek zorundadır.  Sn. Gülen’in muhatap olduğu toplum ise yıllardır baskı altında yaşamış, ezilmiş, ezikliği içselleştirmiş (internalized oppression) bir toplum.  Böyle topluluklardaki insanlar ümit yoksunudurlar.  Bundan dolayı o insanlarla çalışırken en çok dikkat edilmesi gereken şeylerden bir tanesi onların ümidini yeşertmek, yani bir ümit dili kullanmaktır.  Kendilerini bir şey başaramaz gibi görebilir ve iyi şeyleri hak etmediklerini düşünebilirler.  Bunun için önce ümitleri yeşertilmeli sonra da başarıyı tatmaları gerekmektedir.  Sn. Gülen'in kitaplarına baktığınızda bu ümit dilini çok rahatlıkla görebilirsiniz. 

 

İnsanların sosyo-psikolojik gelişimini göz önünde bulundurarak hareket eden Sn. Gülen, her ne kadar kendi ufku çevresindeki insanlardan çok daha ileride olmasına rağmen, attığı adımları o insanların gelişimini göz önünde bulundurarak atmıştır.  Meselâ, Hizmet’in ilk yıllarında çıkıp da Anadolu insanına Madagaskar’da okul açacağız dese onu kimse ciddiye almaz ve hatta itibar bile etmezdi.  Ama şu anda bir okul ile başlayan serüven dünyanın dört bir yanına yayıldı. 

 

İnsanlar bilmediklerinden, yabancı oldukları şeylerden korkar ve çekinirler.  Bundan dolayı da insanları yabancı oldukları şeylere basamak basamak alıştırmak gerekmektedir.  Meselâ, Türkiye'deki okullardan sonra yurt dışında açılan ilk okullar, önce kültürel ve dil yakınlığı olan Türki ülkelerde açılmış, bu açılım gerçekleştikten daha sonra da Hizmet insanı dünyaya açılmış ve kıtaları aşmıştır. 



Diyalog

 

Sn. Gülen sıradan insanları, küreselleşen bir dünyada yer alabilecek şekilde yetiştirmeyi hedeflemiştir.

 

Sanırım diyalog konusu, HH içinde en yanlış anlaşılmaya maruz kalan konu oldu.  Diyaloğun asıl amacı Türkiye insanının geldiği kültürün etkisiyle kafasında oluşan önyargılı kalıpları kırmak olsa da, bu sonradan sanki bir misyonerlik faaliyeti gibi algılanmaya başlandı. İnsanları hidayete erdirmek gibi konular konuşuldu.  Oysa Sn. Gülen’in amacı, Türkiye insanını kendi kültürel kalıplarından çıkarıp küreselleşen dünyaya ayak uydurabilecek ve bu toplumun içinden küreselleşen dünyada yerini alabilecek bireylerin yetişmesiydi.  Bunun olabilmesi için de homojen bir toplumda yetişen insanların kendilerinden farklı olan insanlarla etkileşim ve iletişim halinde olması gerekiyordu, ki kafasındaki “ötekileştirici” düşüncelerden ve fikirlerden arınabilsin ve de herkesi olduğu gibi kabullenebilsin.  Bunu bir kesim başardı, bir kesim başaramadı. Maalesef diyalog meselesinin ihmâli; Hizmet felsefesini yorumlama, yaşama ve anlama konusunda Hizmet Hareketi insanlarının arasında uçurumun oluşmasına sebep olan en önemli faktörlerden bir tanesidir. 


 

15 Temmuz

 

Daha önce bahsettiğim gibi, önce kitaplardan Hizmet’i, daha sonra da Hizmet insanını tanımıştım.  Sn. Gülen’i de kitaplar haricinde videolu sohbetlerinden, “abilerden-ablalardan” dinleyerek tanıyordum.  Sonra bir vesile ile Hocaefendi’nin yaşadığı kampın çevresine taşındım ve birkaç yıl o çevrede yaşadım.  Bunu fırsat bilerek Sn. Gülen’i daha yakından tanıma gayreti içine girdim.  Özellikle iki yıl boyunca hafta içi hemen hemen her gün yaşadığı kampa gittim.  Kendisini ve sohbetleri Bamteli’ne koyulmadan kesintisiz dinleme ve gözlemleme imkânım oldu.  Bu süreçte Hizmet’in en eskilerinden en yenilerine kadar birçok insanla tanıştım.  Eğer elimde istatistik olsaydı o zaman herhalde Hizmet insanının çeşitliliğinin profilini çıkarabilirdim.  Çok çeşit insan gelip gidiyordu kamp bölgesine.  Bakış açıları, yorumları, Hizmet anlayışı çok çeşitli insanlar...  Kimisi gerçekten kendini Hizmete adamış, kimisi ise menfaat peşinde. 

 

15 Temmuz’dan çok önceleri zaten Hizmet içindeki tuhaflıkları fark etmeye başlamış ama bir türlü ne olduğunu adlandıramamıştım.  Hizmet felsefesine bakıyorum bir problem yok, ki bu felsefe dünyada karşılığı olan bir düşünce sistemi.  İki yıl boyunca Sn. Gülen’i gözlemledim, o da hâlâ aynı idealleri konuşuyor, hedefinden şaşma yok.  Ancak arada bir kopukluk vardı ve bu kopukluğun nereden kaynaklandığını anlayamıyordum. 

 

O iki yıl boyunca kamp çevresinde yaşadığım tecrübeler ve gözlemlerim kafamda zaten sürekli dönen soruları kısmen cevaplamıştı ama yeterli değildi.  Sorumun geri kalan cevabını 15 Temmuz sonrası Amerika Türkiye'den göç almaya başladıktan sonra Hizmet’in içindeki o tuhaf tuhaf insanları tanıdıktan sonra buldum.  Hizmet öğretisini içselleştir(e)memiş* bu insanlar Hizmet Hareketi içinde "mahrem yapı," "seçilmişler," "ayrıcalıklılar" gibi kavramlarlarla tanımlanmaktadır (yazı boyunca bu kişilerden bahsederken "Hizmet'i içselleştir(e)meyenler" terimini kullanacağım). 

 

15 Temmuzun Sn. Gülen’in üzerine yıkıldığı ve darbeyi onayladığı söylentileri çıktığı zaman bu bana hiç inandırıcı gelmedi.  İnandırıcı olmamasının sebebi körü körüne Sn. Gülen’e bağlılık değil, elimde yıllardır topladığım verilerle bu söylenenin ters düşmesiydi.  Asırları aşmış idealleri olan bir insan ve bu ideale seksen küsür yılını vermiş, titizlikle nakış nakış işlemeye çalışmış bir insanın bunu baltalayacak bir şeyi yapması çok büyük bir iradesizlik olurdu, ki bu da -mümkün değil demiyorum- çok ama çok zor. 

 

Darbe girişiminde bulunmuş veya buna bulaşmış insanlar ancak küçük hesapların insanları olabilirler.  Ufukları dar, idealleri çapı kadar olan basit insanlar böyle bir şeye tenezzül ederler. 

 

Amerika’nın göç almasıyla gördüğüm ve tanıştığım bu kişilere Hizmet düşüncesini içsellestirmiş insanlar demek çok ama çok zor.  Bu insanların bazılarında gördüğüm bazı özelliklerden bir tanesi; çok rahat yalan söylemeleri.  O kadar profesyonel olanları var ki yalan söylerken ne yüzleri kızarıyor ne de sesleri titriyor.  Manipülasyonda çok iyiler.  Menfaatlerine ters düşerseniz çok rahat iftira atıyorlar.  Bundan dolayı da insanlar onlardan çekiniyor ve kimse bulaşmak istemiyor onlara.  Bu insanlar kendi içlerinden olanların yanlışlarına yanlış demiyorlar ve hatta onları savunuyorlar; her ne pahasına olursa olsun birbirlerine sahip çıkıyorlar.  Kendilerini toplumun diğer fertlerinden üstün görüyorlar.  Sn. Gülen’in adını kullanarak yalan söylüyorlar ve yine onun adını kullanarak davranışlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar.  Dini kullanarak ahlaki ve etik olmayan davranışlarını meşruymuş gibi göstermeye çalışıyorlar. 

 

Peki bu insanlar kim ve Hizmet’in içinde nasıl türediler?  Belki bu insanlar daha önce canıgönülden hizmet etmiş olabilirler fakat şu anda Hizmet’e ve Hizmet insanına çok büyük bir zarar veriyorlar.  Evet, maalesef Hizmet’in içinde Hizmeti içselleştir(e)memiş fakat öyleymiş gibi görünen veya kendini öyle gösteren grup veya gruplar var. 

 

Topladığım bilgilere göre tahmini bu bozulma Sn. Gülen'in Amerika’ya gelmesi ile başlıyor.  Bu noktadan sonra Hizmet aslında yavaş yavaş ikiye bölünmeye başlamış.  Bir grup Hizmet felsefesini takip eden, diğer grup da “abi-ablalarını’ takip eden.  Hizmet insanının kendilerine verdikleri bu statüleri kullanan insanlar, hem Hizmet öğretilerini hem de Sn. Gülen'in adını suistimal ederek binlerce insanı canları istediği gibi yönlendirmek için bir oligarşi oluşturmuşlar.  Tabii insanlar da, yönetici konumundaki “abi-abla” dediğiniz insanlara yalanı, dolanı, alavere-dalavereyi, aldatmacayı yakıştıramadığı için safiyane bir şekilde bu insanlara inanıyorlar maalesef.  Şu anda da binlerce insan mağduriyet yaşıyor bu güç ve makam zaafı olan insanlar yüzünden. 

 

Bu güç düşkünü insanların başka bir özelliği de Sn. Gülen gibi yüksek feraset sahibi bir insanın söylediklerini kulak ardı etmeleri.  Güç, hırs, ihtiras vs haricinde sebeplerden bir tanesinin kıskançlık ve çekememezlik olduğunu düşünüyorum.  “Neden o? Neden ben değil?” duygusu maalesef zayıf karakterli insanlarda sürekli bir kendini ispatlama duygusu oluşturur ve bu da o insanların hata üstüne hata yapmasına sebebiyet verir.  Böyle insanlara nasihat etseniz bile artık bir noktadan sonra dinlemez olurlar.  Kendi çevresine insan toplayıp kendini ispatlama hırsına kapılır ve bir süre sonra bu zaaflarına yenik düşebilirler. 

 

Bu insanlar hâlâ Hizmet’in içinde ve hâlâ büyük bir kitleyi etkileri altında tutuyorlar.  Bundan kolay kolay da vazgeçmeyecekler. Bunun yanında Sn. Gülen’i hedefe oturtarak kendi kabahatlerini örtbas etmeye çalışıyorlar.  Bu insanların verecekleri zararı en aza indirgemenin yolu bir an önce işleyen bir sistem kurmak ve insanların kabilecilik zihniyetinden kurtulmasına yardımcı olup, her ne olursa olsun ve kime karşı olursa olsun çekinmeden hak olana hak, batıl olana da batıl diyecek seviyeye getirmek.  Bunu başarabilirseniz eğer, bu problemli insanlar ya sisteme ayak uydurmak zorunda kalacaklar ya da çekip gidecekler.


 

15 Temmuz Sonrası Hizmet’in Lokal Boyutu

 

15 Temmuz olaylarından sonra Hizmet Hareketi içinde sistematik bir şekilde Sn. Gülen'i itibarsızlaştırma ve pasifleştirme algısı oluşturulmaya başlandı.  Yıllarca her şeyi danıştıkları, ileri görüşlü, ufku geniş bu insan birden hasta, yaşlı, kandırılan bir insan gibi gösterilmeye başlandı. Bu, benim görüşüme göre Hizmet'in içindeki yukarıda bahsettiğim "Hizmet'in içinde fakat Hizmet'i içselleştir(e)memiş grup veya grupların" bir oyunuydu ve bunda kısmen başarılı da oldular.  Sn. Gülen'in olan bitenlere müdahale etmemesini de ayrıca lehlerinde kullanmaya başladılar. 

 

Peki, Sn. Gülen Hizmet içinde olup bitenlere neden müdahale etmiyor ve bu problemli insanları çevresinden neden uzaklaştırmıyor? :

 

1- Çünkü Sn. Gülen tek adam yönetim şeklini miras bırakmayacak.  Onun arkasından saltanat kurmanın hesaplarını yapanların hevesleri çok afedersiniz ama kursaklarında kalacak.  Sn. Gülen’in Hizmet içinde olan bitenlere müdahale etmesi Hizmet’in lehine değil, aleyhine olur. 

2- Sn. Gülen demokratik bir lider, otokratik bir lider değil.  Ve demokratik bir şekilde işleyen bir toplum bırakmak istiyor.  Ve bundan sebep, istemese de çevresindeki o kadar alavereci-dalavereci insana (gerçekten o insanlara nasıl sabrediyor hayret ediyorum) tahammül etmek zorunda kalıyor. 

Sn. Gülen’in müdahale etmesi demek bu güç sevdalısı insanlara planlarını gerçekleştirmek için kapı aralamak demektir, ki o bunu yapmaz.  Sn. Gülen'in zaten yapmaya çalıştığı ve istediği şeylerden bir tanesi de asırlardır yönetilmeye alışmış Türkiye insanının ‘yönetilmeye ihtiyaç duyma’ duygusundan kurtulması ve ortak akıl ile hareket eden insanlar haline gelmesi.  Ama her nasılsa bazı insanlar onu emir yağdıran, kontrolcü bir insan gibi göstermekten vazgeçmediler.  Vazgeçmediler çünkü bunun böyle görünmesi onların menfaatlerine yarıyor. 

Sn. Gülen’i seven birçok insan hâlâ Hizmet içinde olan bitene müdahale etmesini bekliyor.  Beklemeyin.  Çünkü böyle bir şey olmayacak.  Sn. Gülen'i seviyorsanız ve bütün bu olan bitenlerin sonlanmasını istiyorsanız bir an önce siz sisteminizi kurun ve her bir Hizmet ferdini insan kayırmaksızın haksızlıklara sesini çıkarması için teşvik edin.

Hizmet’in Global Boyutu

Yukarıda Sn. Gülen’in asırları aşan hedefleri olduğunu söylemiştim.  Dünya geneline baktığımız zaman maalesef Müslümanlık ve İslâm şiddetle ve terörizm ile yan yana anılıyor.  Her ne kadar İslâm dininin barışı esas alan bir din olduğunu söylesek, yazsak veya çizsek de bu inandırıcı olmuyor.  İnsanlar bunu artık duymak veya okumak değil, görmek istiyorlar.  İşte bu noktada Hizmet insanı çok kritik bir noktada duruyor. 

Çağlayan Adliyesi önünde insanların şiddetsiz eylem yapması tesadüfi değildi.  Sn. Gülen şiddetsiz eylem kültürünü, öğretilerinin arasına ilmek ilmek işledi, insanlara alternatif sundu ve problem çözümlerinde başka yollar olduğunu gösterdi.  Ve bu, Hizmet felsefesinin bir kültürü haline geldi.  Türkiye gibi bir sosyal zeminde, her ne pahasına olursa olsun, şiddete maruz kalsa bile şiddete başvurmayan Müslümanlar olarak dünyanın gözü önünde büyük bir imtihan verdiniz ve bu imtihanı başarıyla geçtiniz. Ne pahasına olursa olsun şiddete bulaşmayan Müslümanların olabileceğini dünyaya gösterdiniz.

Şimdi ikinci önemli imtihanı veriyorsunuz: Müslüman güvenilir midir?  Güvenilir olma testini geçmek için önce eleştirel düşünceye sahip olunması gerekiyordu, ki bunun Türkiye'nin sosyal zemininde kazanılması pek mümkün değildi.  Bundan dolayı da  Sn. Gülen Hizmet’i yurt dışına, bir Batı ülkesine taşıdı. 

Güvenilirlik sınavını henüz geçemediniz.  Hâlâ bocalıyorsunuz.  Gel-gitler yaşıyorsunuz.  Kendi içinizdeki yanlışlara yanlış, doğrulara doğru demediğiniz müddetçe de maalesef ki bu imtihanı geçemeyeceksiniz.  Söyler misiniz insanlar size niye güvensin?  İnsanlar Müslümana neden güvensinler?  Dünya muvazenesinde neden Müslümana yer versinler?  Kabilecilik zihniyetinden kurtulamadığınız müddetçe size kim nasıl güvenecek?  Neden güvensin?  Doğruyu söyleyeni, hakkını arayanı hain ilan eden, ötekileştiren Müslümanlara insanlar neden güvensin ve itimat etsinler? Neden sizi aralarına alsınlar? 

Hizmet’i gerçekten seviyor musunuz?  Devam etmesini istiyor musunuz?  O zaman konuşun.  Hizmet’in içindeki yolsuzluklarla yüzleşin ve bunları gizli saklı da değil alenen söyleyin.  Samimiyetinizi ortaya koyun. 

Hizmet’in içinde dünya tarihinin akışını değiştirebilecek, Müslümanlığın ve İslâm’ın çehresini olumlu yönde değiştirecek insanların varlığını biliyorum ve inanıyorum.  Ama artık ortaya çıkmanız gerekiyor.  Daha da fazla geç kalmadan.

Hizmet’in şu andaki hali ve işleyiş şekli Sn. Gülen'in hayâl ettiği veya hedeflediği bir şey değildi.  Şu andaki işler statükocuların istediği gibi işliyor.  Eğer Sn. Gülen’in Hizmet’in bu haliyle işlemesini istese zaten olaylara müdahale eder.  Şimdiye kadar Hizmet’ten almanız gerekeni almış olmanız gerekiyor(du).  Birçoğunuz fiziksel sınırları aştınız, artık zihinsel sınırlarınızı da aşıp asıl ait olduğunuz yerlere gitmenin vakti geldi.  Hatta, geldi de geçiyor bile. 

Dünya barışı için çalışıyoruz diyorsunuz.  Sormak istiyorum, şu anda kendine yetemeyen Hizmet dünyaya barışı nasıl getirecek?  Ne yani, Birleşmiş Milletler gibi bir sistem mi kuracaksınız dünyanın dört bir yanına ulaşabilen.  Veya Dünya Barış Konseyi mi kuracaksınız?  Gerçekçi olalım, bunları yapabilmek için ne insan kaynağına ne de maddi kaynaklara sahipsiniz.  Tekerleği tekrar icat etmeye gerek yok.  Gidin ve bu veya bunun gibi topluluklardaki yerinizi alın.  Ama gitmeden önce iradelerinizi abilerinizin-ablalarınızın elinden alarak gidin; zira oralarda bu zihniyete yer yok.  Gittiğiniz yerlerde sizin gibi barış için çalışan insanlarla tanışacaksınız.  Oralarda karşılaşacağınız insanların sizden, sizin de onlardan öğreneceği çok şey var.  Hizmet’in sadece size ait olmadığını, dünyada sizin gibi barış ve sosyal adalet için ömrünü adamış insanların varlığını gördükçe ve o insanları tanıdıkça yeryüzünü eviniz olarak daha kolay benimseyeceksiniz. 

Fethullah Gülen Hocaefendi Güç Peşinde Mi? 

Hayır.  Fethullah Gülen Hocaefendi güç peşinde değil.  Sn. Gülen, dünyanın Müslümanlara ve İslâm’a olan negatif bakış açısını değiştirme ve Müslümanların dünya muvazenesinde dünya barışına katkı sağlaması için yerini alması derdinde.  Çocuklarımıza ve onların çocuklarına daha iyi bir dünya bırakma derdinde.  Ve bu hedefinden de hiçbir zaman şaşmadı. 

Bütün bu olanlar için, 15 Temmuz’un açıklaması olarak ‘Hocaefendi güç derdine düştü’ demek daha kolay geliyor, çünkü gelinen ülkenin sosyal ve zihinsel yapısı bu.  Türkiye’den bu derece ufku geniş bir insan çıkmadı.  Çünkü “Hocaefendi güç derdine düştü” cümlesinin arkasında bizim toplumumuzdan bir sosyal değişim liderinin çıkmış olma ihtimalini kabullenememe var.  Bunun arkasında, ufku bu denli geniş bu insanın dindar birisi olmasını kabul edememe var.  Başarıyı kendi insanına yakıştıramama var.  Aslında, hâlâ o derinlerdeki eziklik duygusundan kurtulamamışlık var. 

Değerli insanlar, belki şimdi söyleyeceğimi henüz birçoğunuz duymaya hazır değil ama ben yine de söylemek istiyorum: 

Her şeye ve bütün yaşanmışlıklara rağmen dünyaya bir alternatif sunmayı başardınız. 



* "Hizmet ögretisini içselleştirenler ve içselleştir(e)meyenler" kavramları için Salih Ömer Tezcan Bey'e teşekkür ederim. 

Fatma Susan Tufan

fatmasusantufan@gmail.com

bottom of page