ERKEK
10 MAYIS 2020
Sevginin Işığında Değişim
Bugün, kadınlar ve erkekler arasındaki en büyük fark; kadınların ‘en azından’ ezildiklerini bilmeleridir.
-Herb Goldberg
Kadın konusunu işlerken ataerkil ve erkek-egemen toplum yapısının, kadının hayatını ve geleceğini nasıl etkilediğine kısmî olarak değinmiştim. Bu yazıda ise ataerkil yapının ve düşünce sisteminin erkeklerin hayatını nasıl etkilediği üzerinde duracağım. Kadınların kişiliklerini bastıran ve kontrol altına almaya çalışan sosyal adaletsizlikler, güncel bir konu olarak daha yaygın olduğu ve özellikle aktivistler tarafından sürekli dile getirildiği için gazetelerde, haberlerde veya sosyal medyada sıklıkla gündem konusu olur. Olması gereken seviyeye henüz gelmemiş olsa da, toplumun büyük bir kısmında bu konuda bir farkındalık oluştuğunu söyleyebiliriz. Ancak, ataerkil ve erkek-egemen toplum yapısının erkeklerin kişiliklerini nasıl etkilediği konusu pek dikkate alınan veya konuşulan bir konu değil maalesef ki. Bu alanda da farkındalık oluşmaya başlamış olsa bile bu konu hâlâ toplumlarda tam olarak hak ettiği yeri bulmuş değil.
Erkek ağırlıklı bir ailede büyüdüm, evliyim ve iki oğlum var. Erkek evlâtlarım olana kadar birçok insan gibi ben de erkeklerin, doğasından dolayı duygularını belli etmediklerini ve yine doğaları gereği şiddete meyilli olduklarına inanırdım. Fakat iki oğlum olunca bu düşüncelerim (zamanla) tamamen değişti. Peki, nasıl oluyor da bu kadar sevimli, cana yakın ve hassas yavrular, zamanla haddinden fazla güç zehirlenmesi yaşıyorlar ve otoriter varlıklar haline geliyorlardı?
Çocuklarım olduktan sonra erkeğin doğasından ziyade, toplumun yapısını mercek altına alıp gözlemlerimi buna göre yapmaya başladığımda, erkek çocuklarının duygularını istismar eden ve bastıran sosyal tuzakları görmeye başladım. Kendimde buna dair bir farkındalık oluştuğunda ise çocuklarımın gelişim süreleri boyunca (hatta şu anda dahi) onları ataerkil (patriarchal) ve erkek egemen sistemin kurduğu tuzaklara yem etmemek için sürekli teyakkuz halinde oldum ve o tuzakları bertaraf etmenin yollarını aradım.
Çoğu erkek çocukları, belirli bir yaşa geldiğinde biraz daha kendi içine çekilir, duygularını kendine saklar hatta bazen maçolaşır ve o andan itibaren toplumda bu duruma "oğlan büyüdü, adam oluyor!" gözüyle bakılır. Siz de, erkek çocuklarının belirli bir yaşa geldiğinde birdenbire duygularının 180 derece değiştiğini düşünüyor musunuz? Aslında durum hiç de öyle değil. Bu aslında, erkek çocuğunun ataerkil toplum ağına yavaş yavaş düştüğünün belirtisidir. Bu durum; çevre baskısının kendini iyiden iyi hissettirmesinin bir göstergesi ve yaşadığı topluma ayak uydurabilmek için kişiliğini bastırması ve kendi özünden uzaklaşmaya başlamasının adıdır.
Bu belirtiler büyük oğlumda 7. sınıfa başladığı zaman baş göstermeye başlamıştı. Evde bana olan sevgi ve muhabbetini göstermekte çekinmese de okul çıkışında onu aldığımda bana sarılmakta çekinmeye başladığını fark ettim. "Anne kuzusu" olarak tanımlanmak istemiyordu belli ki. Emin olmak için bir süre gözlemledim önce. Artık yavaş yavaş benden uzaklaştığını ve bunu, içinde bulunduğu topluma adapte olabilmek amacıyla yaptığını fark ettiğimde ise içim acımıştı. Kişiliğine çok ters bir hale bürünmek üzereydi. Karşıma alıp konuşmaya karar verdim; ne gözlemlediğimi ve neden böyle davrandığını anlamak istediğimi söyledim. Bana, artık büyüdüğünü ve arkadaşlarının bunu tuhaf karşılayabileceğini söyledi. Ne demek istediğini biliyordum ama anlamazlıktan gelip: "İnsan büyüyünce ailesini sevmeyi bırakır mı? Ailesini, hele ki annesine sevgisini hissettirmeyi bırakır mı? Sence bu doğru mu? Büyümek; sevdiğini göstermekten vazgeçmek mi demek? Eğer bir insanı seviyorsak, bunu o insana göstermemiz gerekmez mi? Başkası ne der diye içimizden geldiği gibi birbirimizi sevmeyi ve birbirimize olan sevgimizi göstermekten vaz mı geçeceğiz?" gibi soruları muhabbetimizin arasına karıştırarak düşünmeye sevk ettim onu. Üzüldüm, ama bu konuşmamızdan sonra da ısrar etmedim artık okul çıkışı sarılmak için. Bir zaman sonra, bir gün yine bir okul çıkışı kendisi gelip boynuma atladı ve sıkı sıkı sarıldı, hem de arkadaşlarının gözü önünde! "Arkadaşların görür diye çekinmiyor musun?" diye fısıldadım kulağına usulca. "Umurumda değil" dedi, "Sen benim annemsin ve ben seni çok seviyorum!"
Erkek çocukları daha ergenlik yaşlarında kişiliklerini ve duygularını bastırmayı öğrenirler (aslında bu, onlara öğretilir). Bu; aslında bir bakıma, erkeğin şiddete eğilimli olmasının altında yatan sebeplerden en önemlisidir, yani; kendisi olamamanın hırçınlığı. Toplumun kendisine giydirdiği bir maskeyle ikame ettirmeye başlar hayatını. Kendi özünü bulamayınca da kendini başka şeylerle bütünlemeye çalışır. Kimisi işkolik olur, kimisi alkolik, kimisi de bir gölge gibi yaşar ve göçer gider bu dünyadan hem de içinin sesini duyamadan ve kimselere duyuramadan.
Erkek, daha erken yaşlarda erkek-egemen toplumun inşa ettiği yapıdaki rolünü alması için "adam olma" bahanesiyle annesinin ve sevdiklerinin sevgisinden koparılır. Duygu gelişimi için ihtiyacı olan sevgiden mahrum bırakılınca da bir yanı eksik kalır. Sevmeyi ve sevgisini ifade etmeyi tam olarak öğrenemez. Sevmekten ve sevilmekten korkar. Seni seviyorum demekten korkar. Anlayamaz sevginin iyileştirici ve birleştirici gücünü. Bunu zayıflık olarak görebilir ve bu zayıf (!) yönünü insanlardan, özellikle de kendisi başta olmak üzere eşinden ve çocuklarından saklar.
Bazen kadınlar, eşlerinin duygularını ifade edemeyişinden ve ilgisizliklerinden yakınırlar ya, işte böyle erkekler genelde daha erken yaşlarda duygularını bastırmayı öğrenmiş insanlardır. Böyle erkeklerin, duygularını ve sevgilerini ifade edebilmeleri için öncelikle sevmeyi öğrenmeleri gerekir. Sevmeyi öğrenmek için de önce sevilmeleri gerekir, hem de kayıtsız şartsız! Sevginin insana sunduğu o eşsiz hazzı ve mutluluğu tadan erkek de kendi duygularıyla daha kolay yakınlaşmaya ve bunları ifade etmeye başlayacaktır. Kendi kendine yabancı olmaktan kurtulacak ve asıl benliğine doğru olan serüvenine çıkacaktır.
"Erkekleri de kadınlar yetiştiriyor ama!" diye geçebilir içinizden. Evet doğru, bazı anneler maalesef bilmeden oğullarını ataerkil toplum yapısına göre yetiştirir hatta bilerek veya bilmeyerek ataerkil toplum yapısının arzu ettiği davranışları destekler. Çünkü çocuklarının toplum tarafından ezileceği ve dışlanacağı endişesi taşırlar. Toplumdaki ataerkil sosyal düzenin değişmesi için evdeki aile yapısının eşitlik üzerine olması çok önemlidir. Erkek çocuklar cinsiyetlerinden dolayı kayırılmamalı, şımartılmamalı; ancak duygusal ihtiyaçları da ihmâl edilmemelidir.
Eşimle evlenmeden önce üzerinde önemle durduğum meselelerden bir tanesi de ataerkil aile yapısının zararlarıydı. Çocuklarımın ‘kadın ev işleriyle ilgilenir’ düşüncesi ile büyümelerini değil, ailede kadın-erkek eşitliğini görerek büyümelerini istiyordum. Ama ne yazık ki eşim de ataerkil bir aile yapısından geliyordu. ‘Eşine yardımcı olma veya ev işi yapma’ kültürünü kazanmamıştı. "Erkek evin reisidir" öğretisiyle büyüdüğü için de evi ilgilendiren şeylerden muaf tutuyordu kendini. Çocuk sahibi olana kadar idare ettiysem de çocuklarımız olduktan sonra eşimdeki bu anlayış ciddî bir sorun haline gelmeye başladı. Çocuklarımın beni veya diğer kadınları mutfakta ya da sürekli ev işi yapan insanlar gibi görerek büyümelerini ve bunun onların bilinçaltına yerleşmesini katiyen istemiyordum.
Ataerkil ailelerde büyüyen erkeklerin toplumun kendilerine biçtiği rolü benimsedikleri ve öyle olmaları gerektiğine inandıkları için de ataerkil tabuları yıkmaları çok zor oluyor. Eşim de bu tabuları yıkma konusunda çok zorlandı. Çocuklarımıza güzel örnek olmak için bana yardımcı olması gerektiğini ve bunu görerek büyümelerini istediğim konusundaki ısrarımdan vazgeçmeyeceğimi anladığında ise aramızda bir anlaşma yaptık. O bana hem ev işlerinde hem de çocuklar konusunda yardım edecekti ama ben de bunu dışarıda kimseyle paylaşmayacaktım. Zira, utanıyordu. Eşimin evde bana yardımcı olduğunu sır gibi sakladık bir müddet. Ama zaman içinde yavaş yavaş bu takıntılarından kurtulmayı başardı. Rahmetli babam üç günlüğüne ziyaretimize geldiğinde kardeşlerim de bize gelmiş ve o üç gün boyunca eşim hiç durmadan hem yemeğe, hem bulaşığa, hem de sofra kurup kaldırmama yardım etmişti. Babamı yolcu ettikten sonra eşime dönüp: "Sen duyulmasını istemiyordun ama, babamın Türkiye'ye geri döndüğünde insanlara senin ev işi yaptığını anlatacağını biliyorsun değil mi?" demiştim. Bunun üzerine eşim; "Artık umurumda değil, anlatırsa anlatsın." diye cevap vermişti.
Aradan yıllar geçti, ben yüksek lisansa başladım. Okulum New York’ta, evden iki saat uzaklıktaydı. Özellikle araştırma yaptığım dönemde toplantılardan dolayı, haftanın birkaç günü yatılı kalmam gerekiyordu New York’ta. Evden uzak olduğum günlerde eşim, yaptığı akşam yemeğinin resmini gönderiyordu; fırında kızarmış tavuk, çiğ köfte, kumpir, ızgara, vs. Bundan da öte; oğullarımızın damak zevkleri farklı olduğu için de, menüde her ikisinin damak zevkine hitap edecek yemekler olmasına özellikle dikkat ediyordu.
Okuldan geldiğim bir gün, akşam yemeği yiyoruz. Büyük oğlum sofradan kalkarken, “ellerine sağlık baba!” dedi babasına dönerek. Eşimle göz göze geldik. Eşim; “Başardın, kendini tebrik edebilirsin” dedi bana geçirdiği değişimi ifade etmek için. “Bu dünyada değişmek istemeyen insanı kimse değiştiremez” diyerek gülümsedim. “Sen değişime zaten müsaittin, ben sadece sana önayak oldum. Aslında bu, senin zaferin.”
Fatma Susan Tufan
Diğer ANA YAZI’ların linklerini yayın sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.
7. Sayi: LİDERLİK - Liderlerin Düştüğü Zihin Tuzakları
6. sayı: İLETİŞİM - Mitigated Speech (Yumuşatılmış Anlatım)
5. sayı: ERKEK
4. sayı: ÖNYARGI - Sen Beni Yanlış Anladın (!)
3. sayı: KADIN - Öteki
2. sayı: İÇSELLEŞTİRİLMİŞ EZİKLİK ve İÇSELLEŞTİRİLMİŞ AYRICALIK - Taban ve Tavan
1. sayı: HAYSİYET - Haysiyet