top of page

KADIN

8 MART 2020

summit_2005.jpg
● 2018 G20 Zirvesi'nden bir kare

"ÖTEKİ"

 

Yıllar önce, ailemizi ziyarete gelen bir erkek misafirimizi eşim yolcu ederken misafirimiz eşime dönerek "Senin karın erkek gibi konuşuyor" demiş. Sonradan bunu duyunca canım çok sıkılmıştı. Tabi ki neden böyle bir şey söylediğini düşünmeye başladım. Basmakalıp Türk kadını profiline hiçbir zaman uymadığımı biliyordum. Bunda annemin beni yetiştirme tarzı ve erkek ağırlıklı bir ailede büyümemin etkisi olduğunun da farkındaydım. Ama karakterimi ve bundan dolayı da kadınlığımı, insanların böyle bir üslupla dillendirme gereği duymasını çok canımı sıkmıştı. Türk toplumunun kadına olan bakış açısı, onu tek tip haline getirmeye çalışması, belirli kalıplara sokmaya ve o kalıba sığmazsa ötekileştirmesi gerçeği yüzüme tokat gibi bir defa daha çarpılmıştı. 

 

Kadının, konuşurken ses tonunu inceltip alçaltması ve fikirlerini direkt değil de endirekt söylemesi beklenir. Bu baskıcı davranışların meşru gözükmesi için de adını "nezaket kuralları" koyarlar. Ama ne gariptir ki, bu kurallar genellikle sadece kadınlar için geçerlidir. Erkekler böyle şeylere gerek duymaz. Onlar canının istediğini istediği ses tonunda söyler, kimse de bunu yadırgamaz. Çünkü o erkektir, ayrıcalığı vardır. Erkek konuşur, kadın böyle konuşamaz. Konuşursa adı nezaketsiz olur, kaba olur veya "erkek gibi kadın" olur.

İşte ben de böyle bir kadınım. Konuşurken karşımdakine şirin gözükeyim diye sesimin tonunu alçaltma veya inceltme gereği duymam. Karşımdaki ister kadın olsun ister erkek, endirekt konuşmayı reddederim ve fikirlerimi direkt söylemekten de çekinmem. Bu da birçok insan, özellikle de erkekler tarafından "tuhaf" algılanır. 

"Erkek gibi konuşan kadın" hitabına muhatap olduktan sonra İslâm tarihindeki kadınları düşünmeye başladım. Hz. Ömer (ra) hutbe verirken kendisine itiraz eden Kureyşli kadını düşündüm. Hz. Nesibe (ra) geldi aklıma. Kendisi, Akabe Biatı’na gelen iki kadından biridir. Birçok savaşa katılmış ve özellikle Uhud Savaşı'nın en kritik anlarında savaş meydanına atılıp eline geçirdiği bir kılıçla Efendimiz'i (sav) müşriklerden korumak için kılıç sallamasıyla meşhurdur. Sahi Hz.Nesibe (ra) o an mı öğrenmişti kılıç kullanmasını? Bilmiyorum. Hz. Hind'i (ra) düşündüm bir de. Belki de o devrin en iyi motivasyon konuşmacılarından birisiydi. Yüzlerce insanın önüne çıkıp onları şevklendirmek için motivasyon konuşmaları yapan zeki sahabe. Nene Hatun geldi aklıma sonra, daha 20'li yaşlarında iken Ruslara karşı Erzurum müdafaası için savaşan dirayetli kadın. Bu kadınların hepsi kadın gibi kadınlardı, erkek gibi değil.

Cesaret ve zekâ ne zaman erkeğin tapusuna geçti? Doğruyu seslendirmek, hakikâti temsil etmek ne zaman erkeğin zimmetine verildi? Kadını sus-pus edip toplumda görünmez yapmaya çalışan bu kuralları kim koydu? Toplumun sosyal mekanizmasında çok önemli bir rolü varken, onu o rolün dışına itip adeta bir "vitrin süsü" haline hangi zihniyet çevirdi? İşte bu yazıda bu sorulara cevaplar arayacağız beraber. 

*****

İslâm dininin bir inanç olmaktan ziyade kültür olarak yaşandığı bir ailenin evlâdı olarak dünyaya geldim. Doğu kültüründe doğdum, Batı kültüründe yaşıyorum. Daha küçük bir kız çocuğu iken cinsiyetimden dolayı maruz kaldığım ayrımcılık ve bu sebepten dolayı da eğitimimin sekteye uğraması (aslında uğratılması) beni, sosyal adaletsizliğe karşı çok hassas bir insan haline getirdi. Hatta ve hatta, benim ikinci sınıf insan muamelesi görmeme neden olan, eğitimi önemsizleştiren, fikirlerimi hiçe sayan her ne ise onu reddetmeye hazırdım. Bu bir din ise dini reddedecek, kültür ise kültürü reddedecektim. Eğitim hayatıma vurulan darbe ile kafamda oluşan sorulara cevaplar aramaya başladığımda 15 yaşındaydım. Okuyup araştırmaya başladığımda ise İslâm ile tanıştım. Yani İslâm dini ile karşılaşmam ve tanışmam işte bu zamana denk gelir. Yaşadıklarımın din ile bir alâkası olmadığını ama din diye insanlara pazarlanan çarpık bir kültür anlayışının eseri olduğunu anladım. Ve o zaman kendime bir söz verdim anne-babama atalarından miras bırakılmış bu sakıncalı din anlayışını bir sonraki nesillere miras bırakmamaya.

*****

Benim gibi birçoklarınız da soruyordur belki, "peki biz bu hâle nasıl geldik?" diye. İslâm dinine ait neleri kaybettik ki, 21. asrın Müslümanları olarak şu anda bile "kadın-erkek eşit mi?" gibi insanı insanlığından utandıran argümanlarla ve çok gereksiz meşguliyetlerle uğraşıyoruz.

İslâmiyetin gelmesi ile kadının hak ettiği konuma tekrar yükselmesi, 23 sene içinde Arap Yarımadası'nda birçok dinamiğin yer değiştirdiğinin bir göstergesiydi. Ancak aradan geçen onbeş asırla birlikte dünya düzeninde meydana gelen değişimler, sanayileşme, güç devşirmeler, dinin yanlış yorumlanması ve sömürge sistemi, kadının en temel hak ve özgürlüklerinde ciddi erozyona sebep oldu. Bizim, bu yazıda bütün bu sebeplerin içinde önemle durmak istediğimiz konu ise 'sömürge sistemi.' Özellikle de sömürge sistemlerinin Müslüman ülkelerde bıraktığı ayak izleri maalesef hâlâ silinmedi. Bunun bir sonucu olarak da sömürge zihniyetinde insanlar türedi. 

Postkolonyalizm (sömürge sonrası dönem) projesi ile sömürgeci ülkeler, işgal ettikleri veya yaptırım uygulayabildikleri ülkelerin yönetim şeklini sistematik bir şekilde erkek-egemen bir devlet yapısına dönüştürdü(1). Yasalar ve kanunlar zaman içerisinde yavaş yavaş o sömürge devletinin çıkarlarına uygun düşecek biçimde şekillendirildi. Tabi ki İslâm'ın aile ve sivil kanunları da zamanla bundan nasibini aldı. (Hatta, tarihsel bir örnek olarak Osmanlı Devleti de vakt-i zamanında bundan nasibini almıştır. Mesela, 1917 Osmanlı Aile Hakları ve Kanunları'ndan önce kadın hakları ve haklarının korunması yasalarda binlerce sayfa ile ifade edilirken, bu tarihten itibaren yeni yasanın yürürlüğe girmesi ile bu haklar sınırlanmış ve sadece iki maddeye düşmüştür(2)

Sömürge sistemi, yeni oluşturduğu devlet sisteminde hem yönetimi erkeklere vererek erkekleri kontrol altına aldı, hem de erkeğe aile reisliği rolünü vererek erkeğin kadını kontrol etmesi suretiyle kadını da kontrol altına almış oldu(3). Erkeğin otoritesini sağlamlaştırmak için 19. ve 20. yüzyılda Batı ülkelerindeki ataerkil aile anlayışının zamanla Müslüman ülkelerin aile kanunlarında yer almaya başlaması ile kadın, aile ve toplumdaki statüsünü yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Erkeği otoritenin merkezine oturtan ve kadını itaatkâr bir varlığa dönüştüren bu kanunlara birkaç misâl ise: 1804 Fransız Sivil Yasalarına göre  "koca karısını korumakla sorumlu, kadın da kocasına itaat etmekle sorumlu"; 1970 Fransız aile kanunlarına göre "koca evin reisidir"; 1949 yılına kadar Batı Almanya Sivil haklarına göre "koca karısını ilgilendiren bütün kararları tek başına alma hakkına sahipti"; 1957 yılı Batı Almanya’nın sözde “eşitlik” yasasında "kadın evi çekip-çevirmek ile sorumludur" yazıyordu(4)

Devlet sisteminin ve işleyiş şeklinin değişmesi, erkeğe gereğinden fazla otorite verilmesi ve kadının da domestik (evi ilgilendiren işler) işlerle sınırlanması Müslüman aile yapısına ve anlayışına büyük bir darbe vurdu. Toplumlar ve aileler erkek-egemen bir yapı almaya başladılar. Zamanla ve özellikle sanayi devriminden sonra insanın toplumdaki değeri ve ailedeki statüsü üretim ve gelirle endeksli olmaya başlayınca kadının konumu daha da sarsıldı. Kadının yaptığı domestik işlerin maddî bir değerinin olmamasıyla kadın, toplumun gözünde değersizleştirildi ve ötekileştirildi. Yaptığı işler basit ve değersiz görünmeye başlayınca da toplumda ve ailede söz hakkını büyük ölçüde kaybetti. 

pelosi.jpg

Batı ülkelerinde gerçekleşen devrimler ve kadınların hakları için verdikleri mücadeleler sonucunda sömürgeci ülkeler 19. ve 20. yüzyılda aile ve kadın anlayışlarını büyük ölçüde geride bırakarak ilerleme kaydettiler. Ama maalesef hâlâ, Türkiye ve Müslüman ülkelerin çoğu, İslâm’ın inanç sistemine ters düşen sömürgeci zihniyetin bıraktığı çarpık anlayışlara "kültürümüz" veya "inancımız" diyerek sıkı sıkı sarılıyor ve bu şekilde yaşamakta ısrar ediyorlar. Daha da acısı, bunun nereden geldiğini sorgulamıyorlar, sorgulamak da istemiyorlar. İslâmiyet'in kadına verdiği hak ve özgürlükleri bilmelerine rağmen hem de. Bilseler bile, özellikle erkekler, benliklerine enjekte edilmiş aşırı dozdaki otorite sarhoşluğundan kurtulup da kendisiyle yüzleşemiyor ya da yüzleşmek istemiyor. Ama ben yine de o duymak istemeyenlere o duymak istemedikleri soruyu sormak istiyorum: Atalarınızdan size miras kalan, sömürge zihniyeti ile boyanmış din anlayışını bırakıp da kendi öz benliğinize ne zaman döneceksiniz ve İslâmiyeti ne zaman yaşamaya başlayacaksınız? 

 

Burada bir parantez açarak şunu da dile getirmek istiyorum. Kadın-erkek eşitsizliği Batı ülkelerinde hâlâ var, özellikle de gelir dağılımında. Doğu ile Batı ülkeleri arasındaki fark ise; Batı ülkelerindeki adaletsizliğin, sistemin içine sistematik bir şekilde yerleştirilmiş olması. Ancak bu adaletsizlik, insanlar seslerini yükseltip haksızlıklara sesini çıkarmadığı zaman pek de göze çarpmıyor. Doğu ülkelerinde ise bu konu daha yüzeysel. Eşitsizlik, kültürün veya dinin bir parçasıymış gibi topluma pazarlanıyor. Sorguladığınız zaman da insanların milliyetçilik ve kabilecilik damarı kabarıyor, bundan dolayı da gereksiz ve yanlış tepki verebiliyorlar. 

 

Artık şu gerçeği kabul edelim. İslâmiyet ataerkil bir din değil. Öyleymiş gibi yaşanmasını da beklemeyin artık. Çünkü İslâmiyet, eşitlik üzerine bir din (equity). 21. yüzyıla gelmemize rağmen hâlâ ataerkil aile yapısı ve erkek-egemen toplum anlayışı yıkılabilmiş ve kadınlar toplumdaki yerini alabilmiş değil. Sadece Türkiye değil, dünya geneline baktığınız zaman yönetimin hâlâ erkeklerin kontrolünde olduğunu görüyoruz. Dünyayı onlar yönetiyor. Birçok kuruluşun başında erkekler var. Yükselmek isteyenler ise "glass ceiling" yani erkek-egemen sistemin inşa ettiği cam bir tavana çarpıp yükselemiyorlar. İstatistiklere göre şu anda dünyada 193 ülkeden sadece 10 tanesinin lideri kadın. Bunun bir sebebi de kadına karşı toplumdaki önyargı olabilir. Birleşmiş Milletler’in 75 ülkede "cinsiyet önyargısı" üzerine yaptığı bir araştırmaya göre: Araştırmaya katılanların yaklaşık % 90'ının kadına karşı önyargılı olduğu ortaya çıktı. Aynı katılımcıların %50'ye yakını, erkeğin kadından "daha iyi" lider olduğunu savundu. Yine aynı araştırmaya göre %30'luk kısım ise, erkeğin kadını dövebileceğini savundu(5). İşte zihniyetlerin bu kadar bulanık olduğu bir dünyada kadınlar "kadın gibi" yaşamaya çalışıyorlar. Kadınların arka planda tutulması yüzünden dengesini kaybetmiş bir dünyada maalesef hayat sürmeye çalışıyoruz. 

İnsanlar, erkeğin kadından daha iyi bir lider olduğunu düşünse de, dünyanın şu anda içinde bulunduğu duruma baktığımız zaman aslında erkeklerin o kadar başarılı olmadıkları gün gibi aşikâr. İstatistiklere göre şu anda fakirlik içinde yaşayan 400 milyon çocuk var(6). Yani bu demektir ki, şefkat bekleyen 400 milyon ana kuzusu var. Bunun en baş sebeplerinden birisi ise kadınların ve annelerin fakirlik çekiyor olması. Kadınların, yaşam şartlarını iyileştirebilecek kaynaklara ulaşımındaki engeller, kadınları geri planda tutuyor ve fakirliğin içine itiyor.  

Yönetenler erkek olduğu için haliyle, kuralları koyanlar da erkek, yasaları düzenleyenler de. Amerika'da medyayı kontrol eden 6 tane büyük medya şirketinin yöneticilerinin hepsi erkek. Kadın böyle bir düzen içinde kendi kimliğini, kendi sesini bulmaya ve duyurmaya çalışıyor. Erkek ise kadına hâlâ nasıl bir kadın olması ve nasıl düşünmesi gerektiğini dikta etmeye çalışıyor. Fırsat buldukları her an kendi göz zevklerine ve düşüncelerine göre şekillendirmeye çalışıyorlar kadınları. Kafalarında oluşturdukları model filtrelerden geçmeyince de "erkek gibi kadın" vb. sözlerle kadınları damgalayıveriyorlar.

Şimdi, yazının en başında bahsettiğim kişinin (misafir) 'nasıl böyle bir şey söylemeye cüret ettiği' aklınızdan geçebilir. Neden mi söyleyebiliyor? Çünkü erkek olarak buna hakkı olduğunu sanıyor, hele hele bu kişi topluma yön veren konumlarda ise, "kendine hak belleme" daha doruk noktalara çıkabiliyor.

*****

Bitirmeden önce bir konuya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Özellikle Türkiye dışında ve demokratik toplumlarda büyüyen yeni nesil daha anaokulunda iken eşitlik, adalet, düşünce özgürlüğü, sorgulama, kişisel alan vs. gibi demokratik toplumların temel taşlarını oluşturan ögeleri öğrenerek ve yaşayarak büyüyor. Böyle bir eğitim ile yetişen yeni nesil, ailesinin içinde bunlara tezat düşen söz ve davranışlara şahit olunca sizce dinini ve kültürünü sorgulamıyor mudur? Pek tabi 'sorguluyordur.’ Peki ya bu yeni nesil, ikisi arasında seçim yapması gerektiğinde sizce demokrasiyi mi tercih eder yoksa atalarınızdan miras aldığınız şekliyle yaşamakta ısrar ettiğiniz dini mi? Yurtdışında yetişen bazı Müslüman gençlerin İslâm dininden neden uzaklaştıkları konusuna bir de bu açıdan bakmaya ne dersiniz?

resim.
● Kadına yönelik şiddetle mücadele konulu Ankara İl Koordinasyon toplantısı

Kaynak:

 

1,2,3,4) Hallaq, W. (2009). An introduction to Islamic law. New York, NY. Cambridge University Press.

5)BBC News. (2020, March 3). Gender study finds 90% of people are biased against women. Retrieved from https://www.bbc.com/news/world-51751915

6) Children International. (n.d.) Global poverty facts. Retrieved from https://www.children.org/global-poverty/global-poverty-facts

 

Fatma Susan Tufan, MA

fatmasusantufan@gmail.com

Diğer ANA YAZI’ların linklerini yayın sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.​

7. Sayi: LİDERLİK - Liderlerin Düştüğü Zihin Tuzakları 

6. sayı: İLETİŞİM - Mitigated Speech (Yumuşatılmış Anlatım)

5. sayı: ERKEK - Sevginin Işığında Değişim
4. sayı: ÖNYARGI - Sen Beni Yanlış Anladın (!)

3. sayı: KADIN 

2. sayı: İÇSELLEŞTİRİLMİŞ EZİKLİK ve İÇSELLEŞTİRİLMİŞ AYRICALIK - Taban ve Tavan

​1. sayı: HAYSİYETHaysiyet

bottom of page