top of page

KADIN

8 MART 2020

HİZMET HAREKETİ İÇİNDE KADIN OLMAK

 

Yaşadığım bir olayı sizinle paylaşarak başlamak istiyorum bu ayki Problem-Analiz yazısına.

 

Birkaç yıl önce İslâm dini üzerine yüksek lisans düzeyinde ders veren bir okulda İslâm'da Kanun ve Yasal Teoriler üzerine bir ders almıştım. Sınıfta benimle birlikte toplamda 3 kadın ve sanırım 12 tane de erkek öğrenci vardı. Sınıftaki öğrencilerin çoğu Türk'tü ve bunlardan iki ya da üç tanesi Sn.Gülen'in yeni talebelerindendi. Bir kişi hariç sınıftaki herkes Müslümandı. Derste her hafta öğrencilerden birisi o haftanın konusuyla ilgili sunum yapıyordu. Haftalar ilerledi ve konu İslam'da Aile ve Kadın Hukuku'na gelince profesör direkt bana dönerek "Fatma, bu senin konun. Haftaya hazırlanıp gelmeni istiyorum" dedi. Bunu bir fırsat bilip Müslüman erkeklere, özellikle de Müslüman Türk erkeklerine sormak istediğim soruları sunumumun sonuna ekledim. Hazırladığım sunumun son bölümünü sizlerle de paylaşmak için Türkçe’ye çevirdim:

 

“Birçok Müslümanın ve özellikle de Müslüman kadınların ataerkil toplum yapısının kaynağını ve bunun nereden geldiğini bildiklerini düşünmüyorum. Yıllarca İslâm’ın orijinal öğretileri ile bugün yaşanan İslâm öğretileri arasındaki kopukluğun nereden kaynaklandığını sorguladım. Bazı sorularımın cevabını buldum ama hâlâ tam olarak tatmin olmuş değilim. Sormak istiyorum; eğer Müslüman ilim adamları, Müslümanları İslâm dininin özünden uzaklaştıran bu kopukluğun farkındalarsa bunları düzeltmek için neden çaba sarf etmiyorlar? Alimler, İslâm dinini özüne kavuşturmak için neden gayret göstermiyorlar? Evet, Müslüman toplumlarda gelişme ve ilerleme var fakat bunları yeterli bulmuyorum. Özellikle de konu, kadın hak ve özgürlüklerine gelince ciddi bir vurdumduymazlık hali söz konusu. Herhalde toplumumuz, özellikle de erkekler, şu andaki aile yapısından çok memnun olacaklar ki bu yapıyı iyileştirme için çaba sarf etme gereği duymuyorlar. Eğer bizler Müslüman aile yapısının, antik Batı’nın ataerkil kanunlarının gölgesinde kaldığını ve buna göre yaşandığını biliyorsak, neden bu kanunları, ananeleri ve kültürel normları değiştirmek için gayret göstermiyoruz? Neden bunları sorgulamıyoruz? Batı ülkeleri bile köhneleşmiş ataerkil aile kanunlarını geride bırakıp yasalarını ve kendilerini değiştirdiler. Biz neden hâlâ tarihi geçmiş yasa, örf ve ananelerle hayatımızı şekillendirip yaşamakta ısrar ediyoruz? Merak ediyorum da yeni neslin, sömürgeci zihniyetle şekillenmiş olan bir ailede ve sosyal yapıda büyümesine daha ne kadar seyirci kalacağız?” 

 

Bunları söyledikten sonra sınıfta bir süre sessizlik oldu. Herkes profesörün bir şey söylemesini bekledi. Lakin profesör Türk değildi. Bu yüzden o da erkek öğrencilere dönerek "bana bakmayın, bunları size söylüyor. Çünkü ben böyle yaşamıyorum hayatımı" dedi ve topu sınıftaki öğrencilere attı. Bunun üzerine içlerinden sosyoloji mezunu erkek bir Türk öğrenci, sınıftaki diğer erkekleri de konunun içine çekmek amacıyla söz alarak "Niye değişelim ve niye yenilik isteyelim ki? Şu andaki İslâmiyetin yaşanış şeklinde erkeklerin daha çok otoritesi var. Durup dururken bu otoriteyi niye elimizle teslim edip eşitlik isteyelim? Böylesi daha çok işimize geliyor. Halimden memnunsam bunu niye değiştireyim." dedi. Diğer öğrencilerden hiçbiri bunun üzerine bir yorum yapmadı. Acaba Sn. Gülen'in talebeleri bir şey der mi diye bekledim ama onlardan da ses çıkmadı. Aldığım cevaba şaşırdım mı? Maalesef ki hayır. Ama gördüğüm kayıtsızlık ve umursamazlık karşısında hayal kırıklığına uğramadım da değil. 

 

İşte böyle bir dünyada yaşıyoruz. İnsanların rahatını terk edemediği, kendi için olanı başkası için iste(ye)mediği bir dünyada. 

 

*****

 

Bu yazıda sizinle yukarıda yaptığım gibi yaşanmış hikâyeler paylaşacağım. Bu hadiseler toplum içinde yaşandığı için paylaşmakta hiçbir beis görmüyorum. Aksine, bunların normal kabul edilmemesi ve farkındalık oluşturup benzeri şeylerin tekrar yaşanmaması için de yazılması ve konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Dışarıdan bakınca nasıl göründüğümüzü bilmekte fayda var. Yazıda gerçek kişi ve kurum isimleri kullanmayacağım. Hadiseleri ya bizzat kendim yaşadım ya da birinci elden dinledim. Bu vesile ile, Hizmet Hareketi’ne (HH) bir boy aynası tutup, kendisiyle yüzleş(e)mediği fakat yüzleşmesi gerektiği kadın meselesine göz gezdireceğiz beraber. Bunu yapmanın gerekliliğine inanıyorum çünkü bir toplumun ne derece demokrasi eksenli olduğunu anlamak istiyorsanız listenizde ilk bakmanız gereken maddelerden birisi kadının o toplumdaki yeridir. Kadın, toplumun diğer fertleri gibi eşit muamele görüyor mu? Eşit haklara sahip mi? Eğer demokrasiden dem vuruyorsanız, bu ve benzeri sorulara olumlu cevaplar verebilmeniz gerekir.

 

Şimdi burada bir an durup önce şu gerçek ile yüzleşelim. Birçoğumuz HH'ni gönlümüzde çok başka bir yere koyduğumuz için onun hep farklı olduğunu düşündük, öyle hayâl ettik ve öyle olduğuna kendimizi inandırdık/inandırmaya çalıştık. Bunun bir beste olduğu söylendi bize. Her nesil bu besteyi yaptıktan sonra, bunu bir sonraki nesle devredecekti. Bilemedik bazı insanların otorite ve makam sarhoşluğuna düşüp bu hareketi şahsî heva, heves ve ihtirasları için heba edebileceğini. Ve yine bilemedik bunu gören, bilen ve duyan insanların da bütün bu olan bitene karşı kayıtsız kalıp suspus duracağını.

Böyle inandığımız için de diğer hareketlerden farklı olmasını bekledik HH’nin. Ama maalesef farklı olduğu hâlde daha sonradan bu farkını koruyamadığını gördük. Bu paylaşacağım hadiselerin aynısı olmasa da benzerlerini başka topluluklarda da görebilirsiniz. Yıllardır HH dışında birçok kadınla çalışmış bir insan olarak sizlere yüzlerce örnek sıralayabilirim. Kadının arka planda tutulduğu tek kesim de Hizmet Hareketi değil. HH bir cemaat uzantısı olduğundan ve henüz bunun kültüründen de tam olarak sıyrılamadığından, demokratik bir kültüre adapte olabilmiş bir topluluk değil ne yazık ki. Bu gerçeği kabul ederek olaylarla yüzleşmek, eğriyi-doğruyu daha kolay görmemize ve kendimizi yenilememize yardımcı olacaktır.  

Ben, yirmi beş yıl HH içinde bulunmuş biri olarak, hareketin geçirdiği sosyal evrelere birebir şahit oldum. Hareket, birçok konuda olduğu gibi kadın konusunda da ilerleme kaydetti ama maalesef bu ilerleme yeterli düzeyde değil. Eğer HH farklı olduğunu iddia ediyor ve Müslüman topluluklar arasında farklılık oluşturmak ve demokratik dünyada kendine iyi bir yer edinmek istiyorsa artık bu süreci biraz daha hızlandırmak zorunda. 


 

Yaşanmış Hikâyeler

"Bayan"

Sanırım 4 yıl kadar önceydi, Hizmet topluluğu içinde bir seminere sunum yapmak icin davet edilmiştim. Bu sunumdan önce okul ve iş yoğunluğumdan dolayı uzun bir süre HH içinde bu tarz programlara katılamamıştım. Haliyle unutmuşum da nasıl bir ortam olduğunu. Salona girdim, erkekler önde, kadınlar arkada oturuyor. Salonda Amerika'da yaşayan farklı dinlerden Amerikalılarla birlikte Amerikalı ve göçmen Müslümanlar da vardı. Tabi en ön sırada "büyük abiler" oturuyor. Sunum yapacak iki bayandan biri bendim. Diğeri Amerikalıydı. Sıra bana gelince programı organize eden "abi" benim olduğum tarafa bakmadan umursamazca elini sallayarak "bayana (adım yok ya benim!) mikrofon gönderin" dedi. Derin bir nefes aldım. Hâlâ bu tarz hâl ve hareketlerin varoluşu canımı çok sıkmıştı. Bir an, ‘bırakıp gitsem mi’ diye düşündüm. Bırakıp gitmeliydim de ama sonra HH’nin geçirdiği evreleri, kaydettiği ilerlemeleri hatırlayıp bunu da bir gün aşacağını düşünerek, arka koltukta oturduğum yerden yaptım sunumumu. Benden sonra ise bir erkek, kürsüye çıkarak yaptı sunumunu. O sırada, Amerikalı kadın konuşmacı da gelmişti. Sunum sırası ona gelince onu kürsüye davet ettiler. Kırmızı parlak ruju ve mor şapkasıyla "büyük abilerin" önüne çıkarak yaptı sunumunu. Acı bir gülümseme belirdi yüzümde. Hadi diyelim ki Hizmet Hareketindeki birçok kadına bu ve benzeri olayları sıklıkla yaşadıklarından dolayı bu yaşanan olay normalmiş gibi gelmiş olabilir. Peki benim gördüklerimi orada bulunan Amerikalıların görmediğini mi sanıyorsunuz? Kendinizi nasıl temsil ettiğinizin farkında mısınız? O an orada ne düşüneceğimi bilemedim. HH içinde bulunan kadınların "ötekileştirilmesini" hazmedemiyordum. Üstelik de bir sürü insanın içinde.

Aynı ortama 2 yıl önce tekrar davet edildim. Gitmeden evvel, bir önceki tecrübemi dile getirerek, böyle bir saygısızlığı ‘tabiki de’ kabul etmeyeceğim için gelmeyeceğimi söyledim. Değişiklik yapıldı, öyle bir şey olmayacak dendi. Merak ettim, gittim. Bu sefer gerçekten bütün konuşmacılar sunumunu kürsüde yaptı. Tabi yine "abiler" en ön saflardaydı.


 

Piknik

Bu olayı bana birinci elden tanıdığım bir kişi anlattı. Yabancılarla diyalog pikniğinde geçiyor hadise. Masalar ve ızgaralar hazırlanmış, ikram zamanı. İnsanlar yemek sırasında. O sırada "büyük" abilerden biri de oradaymış. Meyve sırasında bu  "büyük" abi, Amerikalı bir kadına kendi elleriyle bir dilim karpuz ikram ediyor gülümseyerek. Ne güzel bir jest! Kadının hemen arkasında da HH’nden Türk bir kadın var. "Abi" , Türk bayanı görünce yüzünü asıyor ve selam bile vermeden yönünü başka tarafa çeviriyor. Kadın o an, kendisine yapılan "ötekileştirilmenin" şokunu yaşıyor. Beklediği elbette ki bir dilim karpuz değil; beklediği, insanca bir muamele sadece.

Bayram

Kurban bayramında yaşanmış bir hadiseye geçelim şimdi de. İki çocuklu bir kadın; çocuklarından birisi 3.5 yaşında, diğeri daha yeni doğmuş. HH’in içindeki "yetkililer", kadının eşini sabahın erken saatinde bayram kahvaltısında yenecek eti almaya gönderiyorlar. Tabi kadın da, bayram programının olacağı yere çocuklarıyla yalnız gitmek zorunda kalıyor. Bir eliyle araba koltuğundaki yeni doğan kızını taşıyor, diğer eliyle de büyük oğlunun elini tutuyor. Salona girince, "büyük" abilerden bir tanesi selam sabah bile vermeden elini sallayarak "bayanlar öbür kapıdan! bayanlar öbür kapıdan!" diyerek diğer kapıyı işaret ediyor. Uğradığı saygısız muamele karşısında çok üzülüyor kadın. Neden biz kendi insanımızdan, özellikle de Türk kadınından saygılı bir dili ve selamı esirgeriz diye düşünmeden edemiyor insan.  
 

Kaç Aylık?

Son olarak, iki yıl önce yaşanmış başka bir olayı paylaşacağım sizlerle. HH’ne ait kurumlardan birinde çalışan bir Türk hanımefendiden dinledim. Binanın girişinde, o kurumun üst düzey erkek yetkililerinden biri beklerken, orada çalışan 6-7 aylık hamile Amerikalı bir kadın geliyor. Yetkili, bayanı güler yüzle selamlıyor. Bebeğinin kaçıncı ayında olduğunu, bebeğin karnında yaramazlık yapıp yapmadığını ve hamileliğinin nasıl geçtiğini soruyor. Amerikalı kadın, muhabbet bitip de geçtikten sonra, kurumdaki Türk bir kadın çalışan geliyor. Erkek yetkili, onu görünce yüzünü ekşitiyor, üstüne üstlük selam bile vermeden yüzünü başka bir tarafa dönüyor. Kadının kimliğini, kişiliğini ve hatta varlığını davranışlarıyla yok sayıyor o erkek yetkili.

Bunlar gibi daha ne hikâyeler var ama genel resmi göstermek adına bu hikâyelerin yeterli olacağını düşünüyorum. Şimdi, bütün bu olan bitenlerin açıklaması olarak kimse bana haremlik-selamlık masalını anlatmasın. Bu yaşananların haremlik-selamlıkla hiç bir alâkası olduğunu düşünmüyorum. Bu tarz davranışlar, önde görünmese bile hizmete omuz ve gönül vermiş, ayrıca Hizmet’in önemli bir yükünü de sırtlamış olan HH kadınının ötekileştirilmesinin bir göstergesidir. Bilinçli yapıldığını iddia etmiyorum. Ama sormak istiyorum; siz İslâmiyet'ten, kendi dininizden olmayan kadınları el üstünde tutup da, kendi milletinizin kadınlarını ötekileştirmeyi mi öğrendiniz? Kendi kadınlarınızı değersiz görmeyi veya onlara kendilerini değersiz hissettirmeyi mi öğrendiniz? Dininiz size bunu mu emrediyor? Bizim dinimizde böyle bir şey yok diyorsanız, o zaman probleminiz nedir? Amerika’da; Amerikalı Müslümanlar arasında, hayatını İslâm dinine göre ayarlamak yerine İslâm dinini kendine göre uyarlayan insanlar için kullanılan bir tabir vardır: Hislam/Herslam. Yani "onun İslâmı." Yani, "İslamiyet'i kendine göre uyarlamış, işine gelen şeyleri almış ve bunları işine geldiği gibi yaşayan Müslüman" anlamındadır bu tabir. Şimdi elimizi vicdanımıza koyup soralım: İslâm dinini olması gerektiği gibi mi yaşamaya gayret ediyoruz, yoksa işimize geldiği gibi mi?

Bu paylaştığım şeyler sanılmasın ki HH’nin her ortamında oluyor ve herkes de böyle. Kadınla erkeğe eşit davranan, kadını bir birey olarak görüp onların haklarını savunan insanlar da var. Bu insanları, tam da şu anda, toplumda değişiklik yapılabileceğini gösterebilme cesaretini gösterdikleri için tebrik ediyorum. Ama maalesef ki bu, yeterli değil. Yanlış ve saygısız davranışları hayatlarından ve çalışma ortamlarından elemiş insanlar, topluma karşı sorumlulukları olduğunu da unutmamalıdırlar. Bu insanların bir an önce "seyirci etkisinden (bystander effect)" sıyrılıp, "kadına cinsiyetinden dolayı ayrımcılık ve haksızlık yapılan her ortamda" savundukları kadın haklarını cesaretle dile getirmeleri ve benzeri adaletsizliklerin yaşanmaması için de neler yapılabileceğine kafa yormakla birlikte bunlara kalıcı çözümler üretilmesi için ön ayak olmalıdırlar. 

 

Kadın Dayanışması

 

“Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez.”

 

Geçenlerde gazeteci Bülent Keneş’in hazırladığı “Yeni bir Hizmet Hareketi Mümkün” adlı çalışmasını okudum. Raporu hazırlarken HH içinden araştırmaya katılıp fikirlerini beyan edecek kadınlar bulmakta zorlandığını ve hatta ulaştığı bayanların yorum yapmakta çekindiğini yazmıştı. Şaşırdığımı söyleyemeyeceğim.

 

Hepimizin malumu, HH içinde karar verme mekanizmalarında kadınlar yok. Şimdi ise tek tük ‘bazı yerlere’ kadınlar getiriliyor. Amerikan iş dünyasında klasik bir yöntem vardır, batmak üzere olan şirketlerin başına kasıtlı olarak kadınlar getirilir. Şirket bir gün battığında ise nedenin, ‘liderin "kadın" olmasından dolayı battığı yönünde’ gibi bir algı oluşturulur. Böylece beyaz erkeğin başarı ya da başarısızlığının sorgulanmasının önüne geçilmiş olur. Yine bilinçli olduğunu iddia etmiyorum ama benzer bir durumu HH içinde de görüyorum. Son birkaç yıldır daha önce vitrinlerde boy gösteren erkeklerden bazıları arka plana çekildi, cepheye kadınlar sürüldü. Lakin bir şeyler yoluna girdiği anda, kadınlara verdikleri bu makamları geri alıp almayacakları da meçhul. Ama artık kadınların, yapılan tüm bu adaletsizliklere karşı sessiz kalmayacağını düşünüyorum. En azından bunu böyle ummak istiyorum.

 

Hizmet Hareketi içinde "glass ceiling" yani cam tavanı kırıp yükselmiş kadınlar da var. Hatta şimdilerde bazı "yetkili" kişiler, yönetim kurullarında mutlaka kadınlar da olmalı diyor. Duyumlarıma göre kadınlar yönetimlerde rol almaya başlamışlar. Önceki yılki kış programında, yönetim kurulunda görev almış bir kadın, etrafındaki kadınları bulundukları bölgelerdeki yönetim kurullarında rol almaya teşvik ediyordu. Birden "acaba HH içinde bir kadın dayanışması olduğu vakit, kadınlar bu ‘cam tavanı’ hep birlikte kırıp, HH içinde hak ettiği konuma yükselebilirler mi?" diye düşündüm kendi kendime. Bir fırsat bulup bu kurul üyesi olan hanımefendi ile tanışmak için yanına gittim. Benim de HH içinde kadın konusunu çok düşündüğümü ve çok uzun zamandır üzerinde çözüm arayışı içinde olduğumu söyledim. Yönetim kurulu fikrine ilgili olduğumu dile getirdikten sonra şu soruyu sordum: "Merak ettiğim bir şey var,  HH içinde kadının fikirlerine pek itibar edilmez. Fikirlerinizi paylaştığınızda nasıl bir tepki alıyorsunuz, dinleniyor mu söyledikleriniz?" diye sordum. Aldığım cevap şu oldu: "Benim doktoram var, beni dinliyorlar. Kadınlar kendini geliştirsin ki söz sahibi olabilsinler." Çok şaşırdım bu cevabına. Bu cevap toplumun acı bir gerçeğini daha gösterdi bana. Kadınlar kendilerini, yetersiz olduklarına ve kendilerini geliştirmedikleri için karar verme makamlarında olmadıklarına inandırmışlar. Ne yani, karar mekanizmasında bulunan erkeklerin hepsinin doktorası mı var? Erkekler gerçekten bulundukları konumlara hak ettikleri için mi geldiler, yoksa sadece erkek olma ayrıcalıklarından dolayı mı o konumlar onlara verildi? Gerçek şu ki; erkekler “ayrıcalıklı” görüldüğü için o makamlardalar, kadınlardan çok bildikleri veya daha iyi bir lider oldukları için değil. En üzücü olanı ise, HH içindeki kadınların birçoğunun da "erkek daha iyi bir lider" algısına inanmış olmaları. Velhasıl kelam, “isterseniz öğleden sonra tekrar konuşalım” diyerek ayrıldık hanımefendiyle. Yemekten sonra oturduğu masaya gittim. Yanında başka kadınlar da vardı. “Kadının HH içindeki konumunu” konuşmak istiyordum. Lakin hanımefendi beni görmezlikten geldi, benimle göz teması kurmamak için yoğun çaba sarf  etti. Birkaç defa konuşabilmek için ortaya laf attım ise de hepsini kısa cümlelerle geçiştirdi. İşte o anda, HH içindeki kadınların hâlâ böyle önemli bir konuda dayanışmaya hazır olmadıklarını anladım. Açıkçası bu hikâyeyi paylaşıp, paylaşmamayı da çok düşündüm. Ama sonra bu gerçekle de yüzleşmemiz gerektiğine inandığım için yazmaya karar verdim. 

 

Dikkat ederseniz Hizmet Hareketi'nin programlarında genellikle temsilen birkaç tane kadın vardır ve genelde her yerde onları görürsünüz. Amerika'nın son yıllarda HH odaklı aldığı göçlerle birlikte bu durum biraz değişiklik gösterse de genel durum hâlâ benzer şekilde seyrediyor. Yine bilinçli olduğunu iddia etmemekle beraber erkeklerin olduğu "lordlar kamarasına" yükselen kadınlar, maalesef ki HH içindeki diğer kadınlar için farkında olmadan ikinci bir cam tavan inşa ediyorlar. Yüksek konumlarda olmakla birlikte eşit haklara inanan ve feminist olan kadınlar, diğer kadınların da yükselmesine ön ayak olur, olmalıdır. Yani, kadınlar birbirlerine destek çıkıp dayanışma halinde olmalıdırlar.  Feminist bir kadın diğer kadınları kendine rakip görmez çünkü gücün birlikten doğduğunu bilir. İşte Bülent Keneş de yukarıda bahsettiğimiz raporunda, araştırmasına katılmaları için ulaştığı kadınların yorum yapmaktan çekindiklerinden bahsediyor. Buna şaşırmamak lazım. Çünkü bazı kadınlar, erkeklerle zıt düşüp bulundukları konumu riske atacak bir davranışa girmekten çekiniyorlar. Erkek-egemen toplumda elde ettikleri konumları kaybetme ve ötekileştirilme korkusu, maalesef ki "kadın dayanışmasından" çok daha ağır basıyor. 

 

Geçen yıl HH içinden bir kadın, bir toplantıda seneye yönetim kurulu başkanlığına adaylığını koyacağını söylemiş. Tabi toplantıdaki erkekler üzerinde şok etkisi yaratmış bu durum. Korkmayın bu kadar. Kadın istediği takdirde orduya kumandan olabiliyor da, HH içinde basit bir yönetim kuruluna başkan mı olamıyor? Gülünç olmayalım lütfen. Bir kere her şeyin ötesinde toplantılarda çocuklarımızın geleceğini de ilgilendiren kararlar alınıyor ve bu kararları almak neden sadece erkeklere bırakılıyor? Bence bunları düşünmekte fayda var. 

Şimdi, yazının en başındaki derste sorduğum soruları tekrar hatırlamanızı rica ediyorum. Hayat tecrübelerime, okuduklarıma ve bu alanda yaptığım akademik çalışmalara dayanarak şu acı gerçeği sizinle paylaşmak istiyorum ki; kendilerinin ayrıcalıklı olduğunu ve bu yüzden de kadınlardan üstün olduğunu düşünen erkekler, kadınlara haklarını kendi rızalarıyla geri vermezler. Kadınlar! Haklarınızı istiyorsanız bunu talep edeceksiniz. Eşitlik istiyorsanız bunu seslendireceksiniz. Varlığınızı gösterecek ve hissettireceksiniz. Maalesef, "abilerin" bunları düşündüğü falan yok. Siz talep etmediğiniz müddetçe de bunun aman aman ciddi bir gündem olması çok çok düşük bir ihtimâl.

*****

Son söz olarak sizden Hizmet Hareketi'ni bir insan gibi hayâl edip düşünmenizi istiyorum. Karşılıklı sandalyelerde oturuyormuş gibi hayal edin meselâ. O hayâl ettiğiniz insanın hayatında nasıl bir yere sahipsiniz? Nasıl bir muamele görüyorsunuz? Değer verildiğinizi, saygı duyulduğunuzu ve sevildiğinizi hissediyor musunuz? Peki ya o insan sizin hayatınızda nasıl bir yere sahip? Yüzleşmekten korkmayın değerli insanlar. Bu hayatı bir defa yaşayacaksınız ve onu en mükemmel ve insanî şekilde yaşamak sizin en büyük hakkınız ve sorumluluğunuz. 

 

Bu karantina günlerinde herkese sıhhat ve afiyetler diliyorum. 


 

Fatma Susan Tufan

fatmasusantufan@gmail.com

bottom of page