ÖNYARGI
6 NİSAN 2020
Bilişsel Önyargılar Kararlarımızı Nasıl Etkiler?
"Göz, sadece zihnin anlamaya hazır olduğunu görür." -Robertson Davies
Başlangıçta, Bilişsel Önyargı (cognitive bias)’nın çeşitlerine ve bunların karar alınırkenki anda nasıl bir etki yaptığına değinmeden önce Problem-Analiz köşesi hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Adı üzerinde, bu köşenin adı Problem-Analiz. Burada özellikle Hizmet Hareketi (HH) içinde var olan fakat bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde göz ardı edilen problemleri ele alıyoruz. Ama maalesef ki insanların geneli, eleştiriye ve problemlerin konuşulmasına alışık olunmayan bir kültürde veya aile yapısında büyüdüğü için bu köşede yazılanlara bazen otomatik bir refleks ile aşırı tepki gösterebiliyor. Tabi ki bunlar olağan şeyler. Problemler önümüze getirildiği veya konuşulduğu zamanki gösterilen alışagelmiş reaksiyonların değişmesi de bireysel bir gayret ve zaman istiyor. Dolayısıyla biz de bu reaksiyonların farkında olduğumuz için, her ay Ana Yazı’da değindiğimiz konuyla, aslında Problem-Analiz köşesinde ele alınacak sorunlara bir ön hazırlık yapıyoruz. Onun için, eğer henüz bu ayki Ana Yazıyı okumadıysanız, sizden ricam Problem-Analiz yazılarını okumadan önce o ayın Ana Yazı’sını okumanız ya da en azından yazıyı bir gözden geçirmeniz. Bunun, bütüncül resmi görmede fayda sağlayacağını düşünüyorum.
*****
Sosyal Psikolog Jonathan Haidt, doğruya ulaşmanın iki yolu olduğunu söyler: Birincisi bilimcinin izlediği yol, ikincisi ise avukatın. Bilimci deliller toplar, sosyal düzensizliklere bakar, içinde bulunulan durumu gözlemler ve onları tanımlayacak teorileri gözden geçirir ve test eder. Avukat ise başkalarını inandırmak istediği sonuç ile işe başlar. Daha sonra ise ortaya attığı sonucun doğruluğunu destekleyecek deliller toplar ve buna aksi düşecek herhangi bir delil ortaya çıktığında da onu çürütme yoluna gider. İşte, insanın zihni de tıpkı bir bilimci veya avukat gibi işler. Hem bilinçli bir şekilde olaylara objektif yaklaşarak delillerle doğruyu bulmaya çalışır hem de bilinçsiz bir şekilde hırsla inanmak istediği şeyi savunur(1).
Bazen insan çaba sarf ederek doğruya ulaşmak yerine inanmak istediği bir şeyin doğruluğunda ısrar edip onu körü körüne savunabilir. Yani aslında bir bakıma, inanmak istediğimiz şeye inanırız ve bu inandığımız her neyse de onu doğrulayacak ve destekleyecek bilgileri kovalarız. Bununla ilgili bir örnek verecek olursak; kendimizi ‘seçici bilgiye maruz bırakma (selective exposure)' durumu önemli bir faktördür. Yani bu durumdan kastım; çoğunlukla inandığımız değerleri destekleyecek bilgileri tercih etmek, daha sonrasında da bunların etrafında yazılan kitapları, gazete yazılarını okumayı ve T.V. kanallarını izlemeyi tercih edip, bizim gibi düşünen insanlarla fikir alışverişi yapmak suretiyle bildiklerimize ters düşebilecek bilgilerden de kaçınmak. Bunların sonucunda da, kendine böyle bir ortam oluşturmuş insanlar kendi görüşlerini destekleyen bilgileri daha az kritize ederken, aksi söz konusu olduğunda ise düşünmeden aşırı tepki gösterebilirler. Objektif düşünemediği hâlde kendisinin objektif olduğu yanılgısına (illusion of objectivity) çok kolay düşebilir. Olaylara tarafsız bakabildiğini veya görebildiğini zanneder. Kendi fikirlerini destekleyen argümanları daha inandırıcı ve güçlü bulurken kendi fikirlerine ters düşen (doğru olsa da) argümanları ise geçersiz ve zayıf görür. Bu durum, yani motive edilmiş akıl yürütme, (motivated reasoning) özellikle de inandıkları (veya kendini inandırdığı) doğruların tehdit altında olduğu zaman insanlarda ve topluluklarda görülen bir durumdur. Motive edilmiş akıl yürütmeyi 4 tane örnekle resimlemek istiyorum: 1. Sigara içmeyi seven birini düşünün. Kişi, sigaranın zararlarını ispatlayan bilimsel araştırmalar olsa bile bunları göz ardı eder ama yeri gelince de bunun aksini söyleyen elle tutulmaz verilere delil diye sarılır. 2. Psikolojik şiddet dolu bir evlilik içinde bulunan bir kadın düşünün. Hayat arkadaşı kendisine psikolojik şiddet uygulasa bile kadın sürekli kendine bahaneler uydurarak, aslında eşinin böyle bir adam olmadığına kendini ve buna şahit olanları inandırmaya çalışır. 3. Futbolseverler, tuttuğu takım oyuncularına faullü bir hareket yapılınca tepki gösterir, ekran başında koltuklarından fırlarlar, ama benzeri bir davranışı kendi rakip oyuncuları yapınca tepkisiz kalırlar. 4. Partizanlar, kendi parti liderlerinin kusurlarını görmez veya görmezlikten gelir, ama muhalefet partisinin liderine çok rahat verip veriştirebilirler. Bir manâda bu, taraflı düşünmedir. Biz de hayatımızın en az bir merhalesinde bu tarz yanılgılara düşmüşüzdür veya hâlâ böyle yanılgıların içinde bulunuyor da olabiliriz. Yaşananları daha iyi analiz edip sağlıklı bir sonuç elde edebilmek için olaylara yaklaşımlarımızda dengeli olabilmek ve objektif bir bakış açısı yakalayabilmek çok önemli. Yanılgıya düşmeyi en aza indirmek için akıl olgunluğuna ulaşmak gerekir ve şu da bilinmelidir ki herkesin aklen olgunlaşma süreci farklıdır, bunun yaşla pek bir alâkası yoktur; akıl olgunluğu; farkındalık, gayret, tecrübe ve zaman ister.
Az önceki paragrafın başında demiştim ya, gözümüzün önünde cereyan eden olaylar aksini gösterse de bazen kendi kendimizi kandırıyoruz (self-deception) ve aksini düşünmeyi tercih ediyoruz. İşte tam da burada, çuvaldızı kendimize batırmanın ve kendimizle yüzleşmenin vakti geliyor. Acı bir gerçektir ki, Hizmet Hareketi içinde yıllarca bulunup da ayrılan insanlarda bir “aldatılmışlık duygusu” hakim. Eğer yaşadıklarımızı objektif olarak gözden geçirebilirsek aslında aldatılmışlık duygusundan daha çok, kişilere bilinçsiz olarak inandığımız gerçeği ile karşılaşırız. Acı bir hayat tecrübesi bu. İnsanın bunu kendine itiraf edebilmesi, kendi kendini kandırdığı gerçeği ile yüzleşmesi biliyorum ki çok zor. İşte bundan dolayı da, bu gerçekle yüzleşmemek için bu gerçeği reddederek yaşamayı ve kabahati başkalarında aramayı tercih ederiz.
Bilişsel önyargı konusuna girmeden önce, burada kendi adıma şunu da ifade etmek istiyorum. Ben sayın Gülen’in yani Hocaefendi’nin eserlerinden çok şey öğrendim. Ama bu benim yanlış olana yanlış, doğru olana doğru diyebilmeme engel teşkil etmiyor, ki etmemeli de zaten.
Şimdi, bu yazının geri kalan bölümünde ise en çok bilinen 12 bilişsel önyargıyı birkaç örnekle ele alacağım.
Bilişsel Önyargı nedir?
Bilişsel önyargı, bir karar alırken veya bir sonuca varırken doğru kararı vermemize mani olmak suretiyle düşüncemizde oluşan sistematik kusurlar veya hatalardır. Bir insan gün içinde 35.000 tane karar alır. Uyku süresini çıkartırsak bu sayı saat başına 2000 karar eder(2). Aldığımız kararların objektif veya rasyonel olduğunu ve elimizde doğru sonuca veya karara varmak için yeterli veri olduğunu düşünsek de bazen kolaylıkla bilişsel önyargıların tuzağına düşebiliriz. Hislerimiz, duygularımız, dürtülerimiz veya o anki psikolojik durumumuz bile doğru karar vermemize etki edebilir.
Bilinen 12 Bilişsel Önyargı:
1. Tespit Önyargısı (Anchoring Bias): Duyulan ilk bilgiye körü körüne inanmak ve bu bilgiyi benzeri bilgilerde kıyas olarak kullanmak. Örnek: Bir iş başvurusunda işe ilk başvuran, sınavda normalden çok yüksek bir puan alır ve bu da çıtayı yükseltir. Daha sonra başvuru yapanlar ise testten standart puanlar alsalar bile işverenler herkesi ilk ve normalden yüksek puan alan kişi ile kıyaslayıp sonraki başvuranları iş için yeterince kalifiye değilmiş gibi algılar.
2. Geçerlilik Bulmak (Availability Bias): Akla ilk gelen bilginin doğruluğuna ve geçerliliğine inanmak. Örnek: Yakın bir zamanda bir arkadaşınızın trafik kazası geçirdiğini varsayın. Yolculuğa çıkacağınız zaman ‘sizin algınıza göre’ ilk aklınıza gelen şeyler yolların güvensizliği ve kötü sürücüler olabilir.
3. Sürü Psikolojisi (Bandwagon Effect): Bir kişinin bir konuya inanma olasılığının, içinde bulunduğu grup üyelerinin çoğunluğunun inanmasıyla artması olasılığı. Örnek: Katıldığınız toplantıları düşünebilirsiniz. Çoğunluk aynı düşünür, farklı düşünen de ya çoğunluğun düşüncesine uyar ya da ortaya attığı fikirle baş başa kalır. Bu yüzden alınan kararlarda verim olmaz ve aynı hataların tekrarlanmasına kapı aralanmış olur.
4. Karar-Destek Önyargısı (Choice-support bias): Bir karar alındığında veya bir seçim yapıldıktan sonra, onun faydalarını abartıp zararlarını görmezlikten gelme eğilimi. İnsanların kendi fikirleri doğrultusunda verilen kararı kabul ettirebilmek için kullandıkları bir yöntemdir. Örnek: Toplantılarda verilen kararların zararları çok olsa dahi faydalarının öne sürülüp zararlarının göz ardı edilmesi. Bunda, insanların kendi kararlarını doğru kabul etmesinde ısrar etme eğilimi vardır.
5. Doğrulama Sapması (Confirmation Bias): Sadece kendi önyargılarınızı destekleyecek bilgileri dinleme eğilimi. Örnek: Doğrulama önyargısı olan yöneticiler genelde çevresinde kendi fikirlerini destekleyecek insanlar bulundururlar. Fikirlerini eleştirseniz bile kendi fikirlerinii destekleyen insanları delil olarak öne sürerek sizi susturma yoluna giderler.
6. Kör Nokta Yanılgısı (Fundamental Attribution Error): Kendi bilinçdışı önyargılarının farkına varamamak. İnsanların bize karşı olan önyargılarını çok rahat görür ve etkisini hissederiz ama eğer özdüşünüm (self-reflection) yapmazsak kendi önyargılarımızdan bihaber yaşamaya devam edebiliriz. Önyargılı bir davranışa maruz kaldığınız zaman "acaba aynı haslet bende de var mı" sorusunu sormalı insan kendine.
7. Hale etkisi (Halo Effect): Karşısındaki insanın tek bir özelliğinin iyi olmasından dolayı her şeyde iyi olduğunu veya olacağını düşünme eğilimi. Örnek: HH içinde belki de en çok yapılan hatalardan birisi bu. Meselâ; bir insanın dışa dönük (extravert) olması veya insan ilişkilerinde iyi olması başarılı bir yönetici olduğu veya olacağı manasına gelmez. Ya da bir insanın fizik üzerine doktorasının olması onun her şeyi bildiğini ya da her şeyden anladığını göstermez.
8. Grup Etkisi (In-group Preference Bias): İnsanların kendilerini gruplara böldükten sonra güzel hasletleri kendilerine atfetme ve kendi grubu içindekileri favori olarak görüp onları kayırma. Burada (kullanmayı hiç sevmediğim hâlde) HH içinde kullanılan “tavan ve taban” tabirini ve bunun yaptığı çağrışımları düşünebilirsiniz. (Bu tabirle alâkalı olan “Taban ve Tavan” yazımızı okuyabilirsiniz.)
9. “The Jerk” Etkisi: İnsanların, çok zeki olmasına karşın kaba olan insanları, zeki ve iyi insanlara tercih etme ve onları daha değerli görme eğilimi. Yani zekâya takılıp kabalığı görmeme durumu. Bu da, insanî değerlerin gözetilmediğine bir işarettir.
10. Deve kuşu Etkisi (Ostrich Effect): İnsanın, deve kuşu gibi kafasını kuma gömüp kötü haberleri ve problemleri göz ardı etmek suretiyle yokmuş gibi yaşamaya çalışması durumudur. Örnek: Yine bu da, HH içinde en çok şikâyet edilen durumlardan bir tanesi. Hâlâ hiçbir şey yokmuş gibi davranarak ve konuşarak sanki problemler kendiliğinden yok olacakmış veya duyulmayacakmış gibi davranma eğiliminde bulunuluyor.
11. Sonralık Etkisi (Regency Effect): Yakın zamanda elde edilen bilgiye ağırlık verip geçmişte olan bitenleri hesaba katmadan hareket edip karar verme eğilimi. Yani, ‘yaşananlardan hiçbir ders çıkarılmaması’ da diyebiliriz buna.
12. Sıfır Risk Yanılgısı: (Zero-risk Bias): Hani bir söz vardır ya “en emin yol bildiğin yoldur” diye. Yani, risk almaktan kaçınmak. Sosyal bilimciler insanların genelde belirsizliği sevmediğini ve bu yüzden de risk almaktan kaçındıklarını ortaya koymuşlar. Sıfır risk yanılgısı, maalesef ki yeniliğe açık olmaya da bir engeldir. Ayrıca bu yanılgı, güncellenmek ve zamanı yakalamak yerine riskten kaçınmak için bildiğini okumaya devam etmeye de sebebiyet verir.
Yukarıda bahsettiğim bilişsel önyargılar, özellikle karar verme mekanizmalarında bulunan bazı insanların sıkça düştükleri düşünce yanılgılarıdır. Maalesef ki insanların bilişsel önyargıların tuzağına düşmesi, HH’nin meritokratik* bir topluluk olmasının önünde büyük bir engel. Bu tarz hataların en büyük zararı ise, insanların motivasyonunun kırılmasına akabinde de insanların HH’den uzaklaşmasına sebep olmasıdır. Söz sahibi olan bazı kişiler bu tarz davranışları genellikle bilinçli yapmadıkları için de, sebep oldukları zararı kabûl etmekte ve bununla yüzleşmekte zorlanıyorlar. Meselâ, yaşanılan hadiseler sonucu birçok insan HH’den uzaklaştı. Sebep olan insanlar “biz nerede hata yaptık ki insanlar uzaklaşıyor” diye durup düşünmek yerine halen daha "ayağı kaydı, kaybedenler oldu" gibi haksız yakıştırmalarda bulunabiliyorlar. Bir de bu tarz davranışları bilinçli yapan insanlar var. Bu gibi davranışları benimsemiş kişiler, insanların zaaflarını ve iyi niyetlerini suistimal edip kendi çıkar ve menfaatleri için kullanmaktan hiç çekinmezler. Bu sebeple de bu karaktere sahip insanların kullandıkları manipülasyon tekniklerini iyi tespit edip onlara karşı her daim uyanık olmak lazımdır.
Bu ayki “Sen Beni Yanlış Anladın” başlıklı Ana Yazı’da bilinçli ve bilinçdışı önyargıları alt etmenin yollarına kısmen değindiğim için burada tekrar bu konuya girmeyeceğim. Ama şu noktaya da özellikle parmak basmak istiyorum ki: Toplantılarınızı olması gerektiği gibi yapar ve birbirinize hayırhah olup da boynundaki akrebi söyleyebilme yetisini kazanırsanız zaten problemlerinizi büyük bir ölçüde aşarsınız. Burada bilişsel önyargıyı ele almak istememin en büyük sebebi de, önyargı çeşitlerine karşı farkındalık oluşturup bunları adlandırabilmekti. Yaşadığınız hadiseleri adlandırabilmek, onları daha iyi anlamanıza ve eğer çözüm yoluna gitmek istiyorsanız da isabetli ve kalıcı çözümler üretmenize yardımcı olacaktır.
*Meritokrasi: Yönetimde olan insanların bulundukları konumlara zenginliklerinden veya sosyal konumlarından dolayı değil de başarılarından ve liyakatlarından dolayı o konumlara gelmiş olmalarıdır.
Kaynaklar:
(1) Leonard, M. (2012). Subliminal: How your unconscious mind rules your behavior. Vintage Books, NY.
(2) Krochow, Eva., M. (2018). How many decisions do we make each day. Retrieved from https://www.psychologytoday.com/us/blog/stretching-theory/201809/how-many-decisions-do-we-make-each-day
Fatma Susan Tufan